sütlaç

bir çok şey için ne hala geç!! ne de erken!!

standart bir şeydi uzaklardan bakıldığında bu duruma!! hissedip, tadına doyamadıklarım normal şeyler gibiydi, anlatmadım çoğunu! oysa çok derinlerde fısıltı gibi işlemişlerdi içime sanki varlığından bir haber olduğum ama içimde bi yerlerde saklı gizli yaşayan sinir hücrelerimdi dokunduğun yerler... adı aşk değildi, ilk görüşte aşk değildi zaten bunu bir olup yaşamamız gerekirdi ama ben sevdim seni hani bilinmez bir yakınlıkta sevdim adını sığdırdım her heceme, sustum seni sordum içime, konuştum senli sözlerle başladı bütün nefeslerim her sokakta adın oldu duyduğum işittiğim şarkılar, güneştin sen, hasta oldum içimi ısıttın... aslında senli yaşadım sana hayran kaldığım bütün anları, içtiğimiz kahvenin burnumdaki buğusu bildi bütün herşeyi!! sana demedim zaten o kısıtlı sürede ne desem havada kalırdı, bir süre rüyalarda kaldın benzer rollere bürünüp hep yakınlarımdaydın, uzun süre konuşmadım seni sustum hani gelip geçermi anlık öylesine esmiş bir yaz esintisinin burnumu sızlatan deniz kokusumuydun şehrimin yıldızlı gecelerine vuran!! dedim içten içe... sonra zamana yenik düştüm pek umudum kalmadı hani rüzgar gibi geçtin gittin, bahçemin öteki tarafına taşıdığın yaprakların izi kaldı saklımda ama hep şunu hatırlattın bana her tanımlamaya çalıştığımda seni;
bir türlü ete kemiğe büründüremediğim hiç bir ananın doğurmadığı çocuk oluyordun hep sözlerimde kalıyordun taki senin varlığını bilene kadar, çoğu zaman o hayallerimde benimle olabilecek dediğim beni susarak anlayabilecek bakışları ile konuşup tek bir hareketi ile bana istediğimi yada istediğini unutturabilecek olandın zira sustum demiştim, gerçekten sustum...

bir tesadüfler zincirine bağlanıp gelmiştin benim hayat çizgime ve öyle bir tesadüf olana kadarda geldiğin gibi gitmiştin, kim bilir ne zaman nasıl görürdüm seni, tek bildiğim o sessiz neşendi hep etrafında ışıl ışıl...

beklenmedik bir anda beklenmedik bir şekilde yine girdin sürekli çatallanıp giden bu yaşam çizgime, dedimya susmuştum!! sana hep ninniler söylemişim meğer birden uyandın içimde!! sanki doğmaya gelmiş bir bebek gibiydin kalbime tekmeler atan...

etrafıma baktım bütün zamanım adeta sana adandı birden bütün herşeyimi sana vermek istedim neşelerimden ol istedim sana anlatmalıydım bir bir, olmalıydı bir yolu hayat zaten tesadüflerden oluşmaz mıydı? benimkide buydu işte bu olmalıydı buna benim karar vermem gerekiyordu ben seçimimi yapmıştım ama yol haritamın kalan kısmı sende olduğundan tam yırtıldığı yerde durakaldım, ufak adımlarım benim için durgun suya atılan taşların etkisini yaratıp duruyordu elimde olmadan... çözmeye çalıştım cevapsız kaldım bir süre...

kapalı bir kapıya tıklayıp bir ses beklersin ya, hani bir garip umuttur her an düştüğün karamsarlığın içinde o sese kulak kabartırsın bir çıtırtı duysan bilirsin iyide olsa kötüde olsa başarmışsındır senin cephende zaferdir gelen her sonuç...


öylece bekledim!! kimi zaman korkmadım değil ama dokununca kaçmıyordun alışılmışlığın güvenini sergiliyordun sanki, korku yada çekimserlik değildi olan... cevaplar için sorulara sarıldım!! sordum, kurcalamaya çalıştım ama kapalı bir kutuydun "the cube filmi gibiydin" yeni kapılara açıyordun her bir kapıyı aslında keyifli olmadığını söyleyemem!!

birden elindeki kağıt parçasını gördüğümü sandım... işte oydu birleştirip bu yolun nereye gittiğini bulmaya çalışacaktık ama son bir iki adımı atamadık tam kavuşacaktı çizgiler perde kapandı ışıklar yandı oyunun akıcılığından gözlerim ışığa alışamadı birden mola verdik sanki şimdi maraton koşanlar gibi aktif dinleniyoruz diyorum ben!! sabır mı deneniyor? hangi insani duygular sınanıyor?

nereye saklıyorum bütün gözyaşlarımı tek bilemediğim bu!! mutluluğa mı? tek şık var cevaplarımda zaten...

başarılar...

biliyorum!!

ne yapmalı nereye gitmeli, kime nasıl demeli!!

zor, bildiğin gibi değil olanlar, kendi kendini yemek üstüne ne düşündüğünü bilememek boşluğa yumruklar atmak hergün biraz daha sıkmak dişini!! akıllı telefonuma gelen her bildirimde yaptığım işten, uykumdan, trafikten, ilgilendiğim bir müşteriden yada konuştuğum dostumdan, bana anlamsızca zırvalar anlatan ve sürekli anlayışla dinlemem gereken iş bilmez müdürümden kopmak... yürürken durup bir nefes alıp tekrar o ekrana bakmak, defalarca acabalar ile kucaklaşmak ve bir türlü istediğini görememek...

bazende sormuyo değilim hatalarım yokmu yani abartmış olamazmıyım yada kağıttan gemilerimi batırmış olamazmıyım!! ama bunu yapma ben alınırım bildiğinden yada tahmin ettiğinden çok daha duyarlıyım yaptıklarına, bilmezsin içime dolan her nefesi sana aldığımı, sana yaşattığımı bir çok duyguyu, sana sarıldığımı defalarca, adını her gördüğümde bana neler bıraktığını :/

alıp alabildiğin bütün hücrelerimle birikiyorum sana!! sarhoş olmadan ağlıyorum mesela, dinlediğim her şarkıda seni fısıldıyorum çıkmıyorsun düşlerimden, saçlarını özlüyorum, gülüşün, sigaranı yaktığın an ve o ilk nefesini, yudumladığın kahveyi içiyorum her gece, seveceğin bütün renklerden bir uçurtma yapıyorum bildiğim bütün şiirlerden kuyruk yapıyorum ucuna ve çıkarıyorum göklere sana yakıştırıyorum bütün iyileri silinsin etrafından istiyorum her kara, adına özleniyorum, bir dokunuşun kadar yakınında olabilmeyi diliyorum, biliyorum ordasın, biliyorum ama ne fayda bir çıt bile yok ne gecemde ne gündüzümde!!

şu an bir bildirim daha geldi akıllı telefonuma ama melodi sesi seninki değil bakmıyorum bile, sana odaklı günlerim, zaten en son demiştim hani bütün gayem, çabam sana adanmak oldu şu seni tutabildiğim zamanlarda!!

anlamak istiyorum, anlatmanı istiyorum beni öğrenmeni tekrar tekrar yaşatmanı, neye değer olduğumu anlatmanı istiyorum biliyorum neye sahip olabileceğimi, istiyorum ve sadece bekliyorum kıpırdamadım bile yerimden bir tek bakışın yeter bir tek sözün bir tek çıtırtın yeter ben sana su olur gelirim duru bir parıltı bırakırım yürüdüğün yollarda izlerini silerim kötüler seni bulamasın diye...


düşlerim

bir sevgilim var benim!!

beklerim

sorular sormak istedim uzun uzun kimdin? neydin? neye yordun düşlerini? ne ile sustun? neden böyle kaldın? "iyi ki bu kadar sadesin"

ve güzel düşlere yordun anlarımı, keyifli günlerdi geçenler senli, sensiz farkederde sen koktukça sorun değil aslında her adım senle doldukça şehrimde sağ elimi bir süre daha solumla avutabilirim çok değil ki bunlar aklıma sığdırdıklarımın yanında hiç değilki yaşadıklarım hiçe değilki dökülenler yüreğimden geldikçe!!

korkak kedi yavruları gibi yumuk gözleri sevdamın büyümeyi beklemekte eller üstünde!!

şu fırtına öncesi gemileri limanlara çekerler bir curcuna bir karamsar olur yürekler ben o anda açık denize adanmış bir koyda yelkenimi toplamaya çalışıyorum sadece haritada son yerimi işaretlemek üzere tekrar hesaplar içindeyim ne kadar yol gidebilirimki bu bilinmezde, karayı göremediğimden değil kıyıya çıkamayışım ayak basmak istediğim toprak parçasındaki yerliye içimdeki duyguların hak ettiği gibi yaklaşamazsam pek bir anlamsız kalacak sorular sadece birbirini anlamamış yabancılar olacağız bense tutarsız bir gezgin olarak anılacağım o diyarda oysa güzel güneşli günlerde oturup deniz kabuklarının dalgalar ile birlikte çıkardığı sesleri duymak isterim gözlerimin bir emanetçisi varken, bir yerlerde adanmak isterim sevgi sözcüklerinin öznelerine... ellerime sürdüğüm ve her seferinde ölçüsünü tutturamadığım nemlendirici kremi paylaşmak isterim, benden bir parça hep üstünde seninle kalsın isterim, bastığın topraklara yük olmasın isterim kederlerin paylaşmayı hafifletmeyi dilerim hüzünleri, sevinçlerini almam senden seninle dahada çoşkulu yaşamak isterim yalnızca ve kendimden bir iki cümle ilave edip etrafında uçuşan kelebekler olmayı isterim, hergün yeni umutlarla yeni bir hayatı yaşarmışcasına seninle doğmak isterim güne adınla başlayıp sıcak varlığınla bitirmeyi kollarında sana kalmayı dilerim...

fazla koşmadım bu bir gerçek ama dokunabilmişken sana bir yerlerinde şu tesadüflerle dolu dünyanın hatrı kalmasın al yanına beni bu yerlerden!!


var mı?

bu tek başına bir gönderi olmalı diye düşünmekteyim!!!

bin zulüm etsen, sevemem desen yine git diyemem ki!!!


sürgün

herkes bu şamataya davetli şaklabanlar gibiydi, nedense unuttuğumu sandığımda yanılmıştım en sıvışkan her yere girebilecek her şekli alabiliecek gibi duruyordu işte öfkem yerli yerinde ne kılıcım nede kalkanım vardı, çorak arazilere sürgüne gitmiş hiçler prensiydim sanki durup dururken aldım başımı gömdüm kumlara kıçıma bakıp gülenleri duysamda çıkarmadım kafamı o pislik içindeki suratlarını görmemek için...

usulüne uyalım

kağıdım kalemim erimekte YAZAMIYORUM... çünkü,

aklım hep sende!!!

ajda açtım eskiler yeniler çalıp duruyor, fena derecede bunalımlardayım üstüne bugün duyduklarımda çeşni olur cinsten...

aldığım nefese düğümler atarken varlığın elimle çiziyorum seni geçtiğimiz her bir yere, sustum sen getir sözlerimin devamını al beni benden, kalbim razı gönlümünde rızası var bir tek iste yeter, usulüne uyalım eskilerin bunun olması gerek!!!

yeniden keşfetmeye çalıştığım değilsin orda duran içini bildiğimsin, odalarından aydınlıklara baktığım evlerimsin, sıcağımsın yuvam gibi...

elimle koyduğum kahve fincanısın başucumda hep sıcak hep dolu dolu, anlatmaya lüzum yok her an içimdesin, yüreğimde damla damla cansın, nefesimdeki o tarifsiz aşk, biraz tarçın bazen karanfil kokan sözlerimsin, acı tatlı bütün keyfimsin!!! rüyalarımda göremediğim, ellerimle buluşturamadığımsın kalbime ritim veren aklımı havada tutan, beni oyunlara kandıran adına şarkılar seçtirensin!!!

durup düşündüğüm her anda soru işaretlerine süslenen şemsiyeler gibisin beni haylaz yağmurlardan saklayan...

sar ısıt ne yaparsan yap al kollarına bahar kadar yumuşak, yaz gibi gizli saklı derinlerinde yaşat, kışlarımız hiç bitmesin iç içe geçsin günlerimiz...

bilirsin ben kış çocuğuyum sıcağına muhtacım bu sebeple!!!





kızgın bile değilim desem inandıramam kimseleri

ya birilerinin egoları çok büyük yoksa ellerine alıp çekip çekiştirip mi o boya getirmişler çok merak içindeyim...

keyifli dost ziyaretiydi ama patavatsız bir iki söz bütün günü geçmişi geleceği birkaç saniye içinde bitirdi... hayır daha kendi adına birşeyler yapamayan sürekli sözde dolu dolu yaşanan bir hayatı betimleyen ahmak kişicik yine başrolde, arkadaşım bir parça insanlık başka bir şey değil...

birde şu vardırya kendine bir laf söylendiğini sanan insan illa ona bir karşılık verme çabası içindedir, kendi içinde yüzdüğü çukuru bilmezde burnunu yerlere değdiremez bir türlü!!!

güzelim duygularım bu insanların içinde delik deşik oluyor, elimde sürekli eksilen ve devamlı hırpalanan sevgi ve umut kırıntıları birilerini bekliyor, direniyorum paylaşacağım ve değecek hepsine son bir kırıntı bile kalmış olsada gerçekten değecek ve yeniden doğacak bütün çiçekler o gün, önceleri düşüp kurudukları o topraklardan...

yaşama savaşlarım var benim, içinde duygularımın esiri kaldığım sessiz, karanlık zindanlar var hücre hücre bütün duvarlarına kazıdığım umuda ait resimler, eskilerin mağara duvarlarına çizdiği öyküleri kadar derinler üstelik!!!

benden sonra bakacaklara unutulan bir çok şeyi bahşedecek, alevlendirip yeşertecek umarım...

içimde kalıp, sürekli kırılıp batan bütün anılarım daha törpülenemedi o gün geldiğinde çok güzel hissettirecek eminim, kendi kumdan kalelerime sakladığım sevgi sözükleri fısıldayan deniz kabuklarım var, her an her darda bana umudu hatırlatan...

yalanları siliyorum ama nereye kadar alırım ardı kesilmeyen soluklarımı bundan şüpheliyim, neyse diyip susuyorum...





yok artık

neil young takıldı şimdi aklıma my my hey hey diyip duruyorum bayadır!!!

balkondayım kaba etim diye tabir edeceğim üstüne oturduğum şey donmakta nasıl bir antalya gecesidir, RSS haberlerden gördüğüm kadarıyla buralar ısınacakmış, lanet olsun şu anda kulaklarımı hissetmiyorum...

sokağın başında nöbetçi eczane var bir yoğun bir yoğun sormayın, normalde bu kadar iş yaptığını sanmıyorum bu saatlerde hep sakin olan sokak çoştu bu gece o derece, otapark diye çevirseydim kaldırımı köşeydim!!!

bütün bunların üstüne şimdi kalkıp mutfaktan bir fincan daha kahve istiyorum, filtre kahvenin suyunu çıkardım bugün 8. fincan ve artmakta öleceğim resmen, kasabın önündeki kediler gibi halim kahveye karşı soğudu bütün hislerim ama onsuzda yapamamaktayım :/ yani kısaca bir sürü haller içinde halim...

mana aramadım bugün yaşadığım bir çok şey için öylece yaşadım, yaşamadan yaşamak bu sıralar genelde yaptığım şey bu işte, içimden geldiği gibi değil uydurabildiğim gibi uydurabildiğim kadar yaşamaktayım sorgulama safhasını çabuk geçtim...

Cyrius - Historie D'un Amour çalmakta cafe de pera serisinden pek hoşlandırır bu albümler haleti ruhiyemi severim kendilerini arabadan eksik olmazlar, gün geçtikçe sayıları artsada olsun gider alır dinleriz :)) demekteyim...

adına şiirler şarkılar nice sözler dökeceğim aşklarımın ama bu gece değil aklıma gelmediklerinden falan değil yoruldum, aslında çok koşmadımda ama yordular mı yoksa beni? hani tam olarak bunada cevap aramaktayım uzun zamandır!!!

bu arada kim ne derse desin aşk platonik olunca dahada bir güzel oluyor kesin kanaatimdir... iş duygu boyutunu geçip istekleri karşılama olayına dönüşünce aşk falan olmuyor zaman geçirme ve bundan büyük bir keyif aldığını sandırabilme sanatına dönüşüyor sanırsın role playing game oynatıyor birileri bize tövbe tövbe...







bekliyorum!!!

çiğdem erken dinliyorum laleler güzel şarkıymış!!!

klimanın fayda etmediği bir antalya akşamı çok sıkıcı şu anlarda... filtre kahenin o bilinmedik her yerde evdeki gibi olmayan aromasının etkisindeyim hali hazırda pek bir keyifli doğrusu, yoğun yaşanan hislere eşlik etsin istiyorum artık açacağım rose şaraplar keyifle son bulsun geceler, şu yaz bitsin kış gelsin ne olur gerçekten yeter...

haberleri yada gündemi takibatımı uzun zaman önce kestim aynı kısır döngü sloganlar, aynı göz boyama, aynı hiç değişmeyen ş*refsiz dünya kaygısını görmek istemiyorum, uyuşturun beni, hollywood saçması bilimkurgu filmlerindeki gibi yada eksisini bilemediğim bir derecedeki suda uyutun beni 500 yıl falan sonra hiç bilemediğim bir dünya düzenine tekrar salın ayak uydurmaya çalışayım oturun izleyin üstüne reklam kaygısız bir realite şov olurum daha ne olsun!!!

etrafımda adımı bile düzgün telafuz edemeyen "bazı mesai arkadaşlarım" "saçmalıklar müdirem" milyon yıl geçse dinlemeyeceğim insan müsvetteleri ile kucak kucağa gidiyoruz bilinmezime, bir nefes arasında kendimi kompartımandan atacağım orası kesin pusudaki kurt yada aslan gibiyim uygun zaman aralığında bir çırpıda zaman sıçrayışımı yapıp evrenin öbür tarafındaki uygun kompartımanda adıma rezerve yere geçeceğim...




hayırlı bayramlar o zaman

ne son, ne taziye nede gidenlerin ardından seslenişe benzetin,

umutlara sarın yarınları aklınızdan yinede bir sayı tutun bırakmayın sizin olsun her hafta olmasada canınız sıkılıp umut güvercinleri sizin için konduğunda önünüzde uzanan yola, hemen gidin o sayıyla kardeş olanları bulun bir şans oyunu karalayın kim bilir!!! çıkmaz çıkmaz demeyin bir kere daha deneyin...

görev tamam sanki herşey yapıldı demeyin aklınızda kalmasın dargınlıklar, buruk yaşamayın tadını şu güzel birkaç günün elinizden geldiğince alçak gönüllü olun hatta susun çoğu zaman önünde eğildiğiniz cehalet olsada ne kavgalar başlatmaktansa bağışlamanın yüceliğine erin...

yoksulluk, eşitlik, hak, adalet, yardımseverlik, acınma, sahiplik, sevgi, umut, bekleyişler ve niceleri barınsın yaşantınızda ölçülü olsun ama, ılımlı olun daima zira keskin sirke küpüne zarar derler ondandır kabınızla yetinin, dolu bardak da bir yere kadar dolar emeğede sermayeyede yazık olmasın değerlendirin size fazla geleni, paylaşınki diğerlerinin fazlalarıda size taşsın...

cömert olun, hakkı bilin, gözünüzdeki parıltı yolunuza ışık olsun, elleriniz toprağı eşeledikçe nice güzellikler bulsun, amacınız kazanırken yanına eklediğiniz alın teriyle yoğrulmak olsun!!! dinlemeyide bilin dinlenecek bir kalabalıkta söz alabilmek için...

unutmayın iyiliği, güzelliği siz istediğiniz zaman istediğiniz kadar elde edebileceğinizi... bu yüzden kim olursa olsun ne olursa olsun gidin herkesin yanına... sevgi emek ister, saygı bilene olsada, siz içinizden gelen herkese gösterin bırakın almadan verin gönlünüz ile kazanın sımsıcak duyguları... hoşgörü için ekstra bir meziyet sahibi olmanıza gerek yok oysa siz sadece isteyin gerisi olacağına varır... mucizeyi siz bulun bu seferde!!!

kucak dolusu sevgi, gönüllerinizde bir iz, yarınlar için neşe, dost sohbetlerinde hatırlanacak birkaç anı karalatın şimdi defterinize bütün bildik yüzlerle...

hayırlı bayramlar olsun hepinize...






yokluğun daha yeni

yokluğuna ad bile koyamıyor kelimelerim, cümlelerim yarım, yanlış sürekli...

nerede yanlız kaldım nerede yanlış yaptım ne için sustum kaldım oysa pek güzeldi seninle geçirdiğim her an, yorgun ellerinde sönen sigaran, yüzündeki masum tebessümler, hayret veren susuşların ve göğüs gerdiğin bütün gerçeklerin omuzlarındaki yükü, sahi adı neydi mutluluğun...

2 gece oldu daha gideli ama şimdiden girdin rüyalarıma senle bir başka yaşamışım sanki senlilik içime işlemiş çıkmıyor, kızıla boyalı saçların her an karşımda... içimde bir şeyler kopuyor çığlık çığlığa... hüzne mola verdim sanıyordum, seni tanımam lazımmış herşeyi unutturdun 5 günde altı üstü 5 günde adımı unutturdun ne olduğumu unutturdun, asılıyım rüyalarda kavuşuyorum gözlerinde can buluyorum yaşamaya seninle devam ediyorum bir tek... herşey oldun bir anda, şimdi sesin bana uzaklardan gelse gülümseyişin tekrar vursa yüzüme, doğduğum şehirde attığın adımlarında yoluna çıkmasın hiçbir kötü, en güzeline kavuş daima...

yolum düştüğünde bastığın topraklara seni görebilmeyi ne kadar çok isterim ne kadar özlediğimi sana gösterebilmeyi, zaman geçiyor ama ben daha şimdiden tükettim tüm sabrımı...






tepki

ne olur bırakma... ne olur...!

niye öyle yaptın ki, neden o tepkiyi gösterdin neden öyle kaldık ki...!

seni bir daha sevdiğim günlerden biriydi işte bir daha aşık oldum sana aramızdaki 2802'ye de bir o kadar lanet ettim yine...

ben bir oyuncak istemedim, ben bir masal dinlemedim, ben gelip geçen bir heves tatmadım... sana çıkan yollara hep tuzaklar kurmuş seni takip edenler ben üzerlerinden geçerken her birinde paçavralara bürünüp kalsamda pes etmiyorum... ordayım bir kaç adım ötende geliyorum peşinden...

adına ne sözler saklıyorum, ne kadar güneş biriktiriyorum içimde seni her istediğinde aydınlatacak her seferinde hiç üşümemişcesine ısıtacak...

elin, yüzün, tenin, sesin... minik harflerin, küçük hecelerin o tatlı gülüşün her önüme çıktığında her seferinde yeniden kavuştuğumda sana, her yeni günde adınla başlıyorum nefeslerime...

sevmeyi en baştan öğretiyorum benliğime, en baştan aşık oluyorum, yeniden başlıyorum emeklemeye, adımı yeniden fısıldıyorlar kulağıma, yeniden şahit oluyorum büyüdüğüme... kısaca hergün yeniden ben oluyorum senin karşında tekrardan yaşıyorum bütün acılarımı, sevinçlerimi...

hep sızlıyor içimde bir şeyler
adın her seferinde yeni bir başlangıç işte
ne bir kuşku nede bir yanlızlık var seninle
dedimya bir sen yetersin aslında
elde etmek istediğim herşeye...!


dursun zaman

zaman benim için aksın, herşey dursun bir ben koşayım yelkovanla, ikimizde aynı saatten çalarsak şayet ben sana hiçbir zaman yetişemeyeceğim...

iki hece...

aşk nedir?

kime karşı hissedilir?

neleri gözden çıkarttırır?

gereksinimleri nedir?


al yanına kendini, kaderini,
dikenlerden esirgesin, korusun tanrı seni...

birşeyleri sert şekilde açıklığa kavuşturmak iki heceden ibaret olmamalıydı bu kadar net mi..! nasıl bir direnmek nasıl bir yeniden doğmaktır sana gelmek, senin olmak buna adanmak her sabah uyandığında seni görememeyi düşlemek yada bambaşka bir yerde bulmak senin varlığını bambaşka gölgeler ardında yol aldığını bilmek... bunları hergün yaşamakta, hergün direnmekte hergün katlanmaktayım taki gülüşünü görene kadar...

acıktım ben aslında, susuyorumda her an... çoğu zamanda susuyorum, tenine değiyor ellerim, zaman zaman rüyalarına bile giriyorum sen daha benimkilerde yoksun ben zaten bir rüyada gibi seninle yaşıyorum günün her anında... elim kolum bağlı değilde sana karşı tek olmak istiyorum, bir alternatifim olmamalı... seni kaybetmek bana birşey katmayacak ama varım yok'um hepsini alıp götürecek, ben bu rüyadan bu şekilde uyanmak istemiyorum...

o sabah kalktığımda sarıldğım yastık yada üzerimdeki örtü değil sen olmalısın seni izlemeliyim senin için üzmeliyim kendimi, sana doğmalıyım her gün, sana toplamalıyım dünyanın bütün neşesini, senin için açmalı bütün çiçekler, bahçelerinde bir tek sana kokmalılar... birlikte hasat etmeliyiz üzüm bağlarını, aşkımızla yoğrulmalı bütün dertlerimizin ilacı şarabın eşsiz taneleri...

her şeyin içinden çekip alabilsem seni, her an benim kalabilsen...

sana günü, geceyi unuttursam sana hep baharları yaşatsam...

sen ben

senli , benli bir düş kurdum o tatlı gülüşüne sığdırdım bütün yaşayacaklarımı...

ne demem lazım sana, ellerini tutup olabilecekleri sıralamak mı en doğrusu, yoksa susmalımıyım daha büyümedim mi yoksa, sana yetip yetmeme meseleside değil ki bu...

eskilerden bir şarkıya tını oluyorsun kulaklarımda bu yazın sızısı olacaksın içimde farkında olmadan o kadar adanıyorum ki sana bilemeyeceğin bir özlem biriktiriyorum...

farketmediğin birşey değil bununda farkındayız, kimseler bilmez bir ben bilirim, avcumda ellerin olmadan neye yarar bu düşüm...

nasıl ?

ne içindi bilemedim... sahi neden di?

kendine karşı bir hesaplaşma mı?

bir karmaşa yada boşluk mu?

yada ne bileyim işte bilemediğimden dolayı bilemiyorum hala...

çöz beni..!



sus pus olmadan

23.07.2007 02.55

uyumaya çalıştım dün gece sabaha karşı havadaki garip bir sessizlikti hissettiğim anlam veremedim uykusuzsun dedim kendi kendime yat uyu geçer uyandım rahatlığın verdiği huzurla dünya biraz daha dönmüştü ben uyurken, milyarlarca yeni adım atılmış ve halen atılmaktaydı penceremden dışarı baktım manzara her günkü gibi değildi (düşündüm) birden anlam bulmaya başladı fikirler kafamda bugün önemli bir şeyler olmalıydı yada öyleydi üzerimdeki karamsarlığı silkeledim ve kendime gelmek adına birşeyler yapmaya başladım gün ilerledi güneş bile batar oldu ama içimdeki huzursuzluk devam etti sonra sesler yükseldi her evden, sokaklardan, insanlar yorumlar yaptı, konuştu, bağardı, suçladı kısaca sesini (sebepsiz haykırışlardı) duyurmaya çalıştı, ama onun elinde mikrofonu ve yanındakilerin sevinç çığlıkları kaplıyordu ortalığı kimsenin sesi çıkmadı ve zamansız bekleyiş başladı kimseler konuşmaya cesaret edemedi gördüğü manzarayı kısaca kabullenmek istemedi ama nafile gerçek ortada hızla değişmeden olağan tablosuyla sona doğru yaklaşıyordu ve insanlar anlam veremez oldu sebepsiz yakarışlara sonra bu soru belirdi zihinlerimizde niye yakarıyorsun ki bunların, bu olan sonuçların hepsi bizim sayemizde oldu, çünkü biliyorduk kara olana sen karasın, sen kötüsün, sen bizden değilsin dedikçe o bizim yanımızda bizim aydınlığımızdan bizim iyiliklerimizden çalıp insanları aldatacak onları bilmedikleri, hatta hayal dahi edemeyecekleri bir tablonun içinde bırakacaktı fakat biz doğru tepkiyi hiçbir zaman veremediğimiz gibi şimdide veremedik bütün bunlar yaşanırken durdurmaya çalışmak için yorulmak yerine sadece yaygara koparıp DUR bizi de o sahte aklığınla karartma dedik ve bize karşı aslında duyulmaması gereken kini büyütüp onu yücelttik gözlerinde diğer insanların... ne mi oldu sonunda kazananlar ve kaybedenler oldu susanlar ve kaçanlarla birlikte belki susmak değildi amaçları bu serüvenden sonra ama başka bir şey yapamadılar... zamanında çok boş ve gereğinden fazla konuşmuşlardı, yeni bir gün doğacak bir kaç saat sonra ne olacağını göreceğiz aslında uzun zamandır yaşıyorduk içinde fakat daha farklı öncekinden bu olanlar kimse evimize girip duvardaki mona lisa'yı indirmedi, zaten bu saatten sonra indirilemez umarım ama yinede (ak) günler bize doğru gelmekte ve eskisinden daha bilinçli ve cepheleri bütün bu saflığın hakim olmaya çalıştığı bahçelerimizde adeta bir yabani ot gibi biterek... şimdi olacaklardan bizler sorumlu değilsek kim?

kendimizi kandırmak yersiz bu noktada sadece adımlarımızı sıklaştırıp bu günleri en hızlı ve eskiden yaptığımız hatalara bir daha düşmeyecek şekilde, bilinçlenerek atmamız lazım gerçekten ak bir gelecek için kolay bulmadık bu bahçeleri, yüce soyumuzun emeği var ama hiçte kolay kabullenmeyeceğiz bu gidişata bunu da öğrenecekler var.



06.06.2011 22.17

nerden başlasam bilemedim... işin aslı, çok zaman geçti boşuna... ak yarınlara bezeli sokaklarda gülüp eğleniyoruz, yasaklara olan bağışıklığımız daha bir artıyor daha bir duyarsız oluyoruz bu hazır alışkanlıklarımızın içinde çevreye, sokaklarda görülebilecek tüm şiddete maruz kalıyoruz zaman zaman arkadaşlarımız, dostlarımız, aynı sırayı paylaştıklarımız, aynı ekmeği böldüklerimiz, aynı yastığa tutunduğumuz kısaca aynı toprakta aynı havayı soluduğumuz kişilerle hep birlikte azarlanıyoruz... cahilliğimiz, tutarsızlığımız, çok bilmişliklerimiz, hiç ders almayışlarımız koynumuzda geziyor, sırtımızda başka toprakların başka coğrafyaların ideolojik yükümlülükleri ile eğri büğrü dolaşıyoruz... biraz ondan biraz bundan kederimizi parlatıyoruz, cezaevlerini tatil köyleri ile karıştırıp bütün sesli harfleri kapatıyoruz parmaklıklar ardına... duymadan, görmeden, karşı çıkmadan kabulleniyoruz...

elimizde olanı cömertçe sunuyoruz gümüş tepsilerle, susuyoruz her zamankinden çok hani o popescunun penaltıyı kullanışından bir kaç saniye önceki zaman dilimindeyiz sanki çıt çıkarmadan öylece kalakalıyoruz mutluluğumuzu soyanlara karşı... daha çok küçüğüz kimimizin çocukları, kimimizin gerçekleşecek rüyaları hala en değerli varlıklarımız... ama etrafımızdaki ak kollar onları koparıp almak, satıp savurmak için kol geziyorlar çaresiz değiliz ama cahiliz...

öğrenmeye açız ama sırtımızı sıvazlayıp kafamıza vuranlara hep daha çok güveniyoruz sonuçta bu babayiğit tavırları bizi etkiliyor galiba...

yasaklara çeyrek kala susmadan, susmayı benimsemden, sus pus edilmeden hemen önceki küçük harf sesliliklerim bunlar...

yordum, yoruldum

içine sıkıştığım bu beden dar geliyor sanki, yaşadıklarına bir kılıf bulamamanın verdiği mahzunluk hakim şu aralar...

elim, kolum bağlı yazar yazmaz birileri mürekkebimi döküp kağadımı kıvırıyor, kalemimi her seferinde çalsalarda içime yazdıklarıma ne yapacaklar...

görüp beğenip dokunup, yaşayamamak...

kısaca ne deriz buna?

geç kalmışlık...

zamana ayak uyduramamak...

yoksa bişeylerin sürekli olarak gerisine itilmek mi !!!

bazen söylediklerim yada hissettiklerimin çok uçlarda olup olmadığını sorguluyorum çok mu? yoruldum, yordum... henüz bunları kavrayamadım...

koşu bandında kalp atışlarımı izlemek kadar keyif verse keşke bütün herşey, ne kadar çırpındığını görüyorum yüreğimin ne kadar yorulduğunu hissediyorum her bir hücreme yaşam sağlamak adına ne kadar tempo sağlıyor bedenime, hayretler içinde dalıyorum dakikalar geçerken...

insan istediklerine belirli ölçülerde kolay yada zorlanarak sahip olur normalde, hayat neden bana komiklikler yapıp yolumu çeviriyor sürekli...


ne güzel bir gün

ilke defa içimden haykırmadım, ilk defa değildi bu gülerken içimde kopan yakarışlarım...

aslında şeker bir gündü bile denebilirdi, mutlu, genele oranla daha az stresli çabalayışlarım olmuştu pek kasmamıştım bugün dünya dertleriyle içimi, bütün sorgulayışlarımı bir an olsun sanki çöpe atmıştım... işte bugün değişimdi, bugün daha farklıydı, bugün dün değildi, bugün başkaydı...

sahiden başkaymış ne hoş yaşadığım bütün anlar öyle bir anda toz bulutu gibi savruldu gitti, deli bir rüzgara eşlik etti sevgim, elimde bir peçete, çocukluğumdan aklımda kalan şeker portakalı, arı mayanın o cezbeden kokusu... tam sularım aydınlandı derken tepetaklak olan dünyam, yarım kalan bulmacam sona eremeyecek olsada içimde hala bir umut bir bekleyiş bir melodi var, çalmayı bekleyen... hazır olmadığımla yüzleşirken ellerimin arasından kayarken sen...

sonunu getiremiyorum içimde kopanlarla, hani bırakamıyorum kelimeleri... yazmak sanki kabul etmek bu yüzden nokta !!!




Yaralıdır can-ı yüreğim
Hasretinle erir giderim
Seni nasıl unutsun bedenim
Gözüm dalar gariplenirim




farklılar ama gayet yerindeler benim için
...

içim yandı

uzayan sohbetimiz aynı sapağa girdiğinde, içim acıdı yine...

gözlerimle sustum o anda nasıl istedi için sana adanmayı, seninle beraber oracıkta bitip tükenmeyi, sırdanlığında akarken herşey sen zaman içerisinde alıp çıkardın yine içimdekileri...

var birşeyler gözlerinde ama sende korkaksın sen yenilmişliklerinin çokluğunda çalkalandığın bu suda bir sakin kuytu ararken ben oracıktı geleceğin günü beklemekteyim, adının geçtiği, geçmediği heryerde ölürken çiçekler ben sabahları sana açtırırken...

bir öğle arası, ve senli sevdaya bir cümle daha ekleme zamanı...

gözüme takılan bütün iyilik, güzellik bütün o kusurlar bütün o sıradanlıklar çıkmışken bile o kadar dolusun ki içimde... o kadar yakınsınki tenime o kadar uyarsınki yerine...

başucumda sadece adın, gözlerim bir tek seni arasın, sesin yanıbaşımda, kokun hep üstümde kalsın...




gel artık

cevapsız sorularım, çağrılara eşlik ediyor artık...

yanlış yolda karşılaştık ve ortak çabamız sonucunda kaybolduk bu düz ovada her yer olabildiğince beyaz, eskiden buralarda sanki su vardı saf ve temiz tıpkı karşılaşmadan önceki biz gibi...

damlalar gözlerimden, göklerden ve gözlerinden dökülmekteyse, her yaşın ayrı güzelliği var biliyorum ama döktüren kıymetini ne kadar bilirki ne kadar yaşarki iliklerinde bir hüznü...

elimi kolumu bağla bana oyunlar oyna ama kör bırakma beni dedim ben sana, yapamam kaldıramam, içimde o kadar çok şey vardıki susmak tek çaremdi yoksa benden bir iz dahi kalmayacak, benden bir söz daha duyulmayacak, bilinen kelimelerim sadece yazılanlar olacaktı, yenileri olmadıkça tozlu satır aralarında yaşayacaktım kimse görmeden, bilmeden...

bütün iyi olanları aldın, götürdün işte...

bilmiyorum sahiden üzüldün mü?

gerçekten neydi sorun?

hatırlamıyorum aslında bu kaçıncı yokoluşum?

ne olur herşeyi konuşalım yeter artık ben sana birikmeye çalışırken harcadığım zamanın içinde kaybolmaktayım, adımı bul yeniden, yak ışıkları, nereden geleceksen gel, kör et, hissiz bırak, soluğumu al ama gel ne olur gel...


Evet, ağlamaklı oluyorum, demdir bu.
Hani, kurşun sıksan geçmez geceden,
Anlatamam, nasıl ıssız, nasıl karanlık...
Ve zehir - zıkkım cıgaram.
Gene bir cehennem var yastığımda,
Gel artık...



uzadıkça

birşeyleri sorgulamanın yeri ve vakti değil şu aralar, canını yakan bir gülümse ne kadar içtense karşında, seni sorulara boğan gözyaşları bir o kadar sahtedir çoğu zaman... senden akmadıkça...

ellerim bomboş yüreğimde bir sızı... kalbime damlayanların bıraktığı lekeler ile karalanmış üstüm başım... bir ışık vursa şimdi yüzüme bir söz değse kulaklarıma oturur ağlarım herhalde, anılarıma sığdıramadığımsın sensin adını koyamadığım... sesin, kokun, gözlerin... bahçeleri sarmış adınla, her mevsiminde burnumu sızlatan esintilerindensin şehrimin...

benim dilime dolanmışken bu gecede, bütün anıları yeninden canlandırmışken tek bir sözle...

şimdi tam vakti,

dindir bütün olanları tek bir dokunuşla, oyala beni bir gülüşünle, sıcak nefesini değdir dudaklarıma, gözlerine yakından bakayım biraz daha gitme bir adım kal işte buralarda... sen kokan bu sokaklarda satma beni olmaz umutlara, dokun son defaymışcasına tenime, sar beni bedenine anlat bir masal şimdi uyut beni kollarında...

ama gitme şimdi bana söz verdiğin gibi sadece sen olup gel, bizim için yak gemilerini, arkanda bırak yalanları, yarım uykulardan kalan silik hatıraları, sabahları yastıklara gömdüğümüz bütün o sızıları herşeyden arın ve gel ben hala buralardayken tut elimi varlığın olması gereken yerine layıkken sabah olmadan zifiri karanlık geceye karışda gel... kimselere gösterme suretini, kimseler bilemesin adımlarını... sır ol gel karıştır bütün doğruları unuttur bana sevdanın adını yeniden yaz duvarlarıma bildiğim bütün masalları...


içimi avcuna döksem, beni azıcık çözermiyidin...


aklımda sen

şimdi dese birileri... yada bilme sen...

aklımda sıkışan bir iki soru, boğazıma kadar batmış, boğulmuşluk hissi kısmen hepsi, 3'ü, 5'i bir arada sendromu yaşıyorum... hani nasılsın diyenlere standart demek bile makul geliyor şu aralar...

canımın ta içinde oramda işte senin ellerin var kalbimin hemen üstünde...

beni dizginleyen aklımı sıvışkanlaşmaktan alıkoyan, benliğime adamlığı koyan, saçmalıklarıma göğüs gerdiren, adımlarımı sıklaştırıp huzursuzluktan kurtulmamı sağlayan senin bana bilinmez dokunuşların...

şimdi yarım limonu, birkaç yaprak taze nane ile bir iki bardak suyla içmek gibi senin hayalinle dalmak uykuya, nasıl anlatsam öyle derin öyle temiz bir o kadarda net bir tad işte...

rüyalarımdasın bu aralar sürekli beni bir yerlere götürüyor olağanca anlamsızlık peşinde amaçsızca dolaştırıyorsun ama sonunda sen olduğunu bilerek uyanıyorumya o bile yetiyor...

en son garip sözlerin beni buz gibi bir köşeye itti farketmişsindir, ama sonuna eklediklerin dahada bir garip hale soktu ne olduğu belli olmayan bir cümle idi... birkaç gün önce yakarışlarda bulunan ellerin sanki bedeninden ayrı hareket etmişte şimdi aklın başındayken bütün istediklerini söylüyordun virgülsüz derin soluklu cümleler ardına kelime oyunları sıralanmamış direk anlatımların sardı kulaklarımı...

net bir cevap istersen düşüncelerim hakkında aşırı derecede çaresizlik olur tek hissim...

açıkçası korktum ama ne gelir ellerimden ne kış ne bahar var ekinlerimin üzerinde neyi hasat edeceğimi bile bilmiyorum bu çoraklıkta dalım yeşerirmi, solarmı, kururmu yoksa ilelebet... bunun gibi bir kaç soruya daha küçük soru işaretleri iliştiriyorum, hadi bakalım kolay gelsin pek acayip zor haller bunlar...

aklımda sen fikrimde sen, bekle beni şehrinde biraz daha bekle...


son zamanlarımın favori tınısı ile süslendirmek pek bir anlamlı olacak galiba...



nefes

biraz nefes başka bir şey lazım değil...

derin derin içime çekmek için biraz nefes...


'zakkum - cem adrian / biraz uyu'

Sadece çocukken uyanıksındır bunu bil.
Her şeyin farkındasındır, her sese dönüp bakarsın.
Büyümek; uyumak ve unutmak gibidir.. Ve büyüklerin dediği gibi: uyuman gerekli büyümen için... Sağır ediyorsa sessizlik ve kör ediyorsa aydınlık, sadece sana görünen ve kimseleri inandıramadığın bir hayalet gibi yanı başında oturuyorsa yalnızlık, bu gece.. Hep aynı saatte kapını çalan bir düşman gibi bekliyorsa seni ve canına kastedecek bir kılıç gibi sallanıyorsa tepende, unutabilmek için hepsini biraz uyu...

işte böyle bir şey

cem baba çalıyor...

sıkılgan değilde nefretli hislerin kölesiyim şu sıralarda... sevimli canavarlar'ı izleyenler bilir oradaki mavi yaratık benim favorimdi onun tıpkısının aynısı ama korkunç olanı gibi hissettirmek istiyorum etrafımdakilere...

çevremde yalan dolan giyinmiş, hislerini köreltip sadece hırs bürünmüş kişiler görmekten sıkılan biri olarak yeter be diyorum... ananızıda alın gidin...

şimdi bu kadarda ne takıyorsun arkadaşım, dostum denebilir benim için ama yapamıyorum mizacım bu değil...


asıl konumuza dönelim... şarkıdan örnekle;

dönme sakın geriye bakma bana ne olur,
beni mutlu bil giderken,
bu benim son arzumdur...

birkaç haftadır, şarap ve şarkıya özlem duyuyorum hani eğlence değil efkar için içmek istiyorum rahatlamak değil isteğim içimi deşmek iyi gelecek bunu biliyorum, farklı bir ses istiyorum mesela telefonum çalınca yada sık sık aradığım kişi artık değişsin bana yüzünü, kokusunu, tenini ezberletecek biri olsun dinlediğim şarkılarda yada ne bileyim rüyalarımda silik suretler değilde net birini göreyim sadece... düşüncelere ilmekler atarken kalbim, duygularım her sabah kendinden nefret eden hislerle uyandırmasın beni, bir sonraki güne yeni bir masal uydurabileyim...

görünürde nefes alıyor gibiyim,
görünürde gülüyor oladabilirim,
görünürde yaşıyor gibi dursamda,
içten ölünürde...

yaz geliyor şehrime çoktan geldi gibi aslına bakılırsa yarım kollu t-shirtler giyiliyor hırkasız haftasonu yürüyüşleri falan yapılabiliyor buralarda... tüm bu neşe cıvıltı taşıyor kabından, içim içime sığmazken duygularıma teslim olup su akar yolunu bulur dedirtmek istiyorum eylemlerime ama kafamı kurcalayan bir kaç şey var çözmeyi umuyorum... önümdeki günlerde...

jehan çalıyor...böyle çıkıyor ellerimin sesi...


yok, hani... ama... neyse...



aklım nasıl karışmış bilemezsin dilimin ucunda kelimeler, aklıma getirdiğim güzel günlerin ışıltısı odamı sıcacık yapıyor, aşırı sessiz sulu soğuyan çok teknolojik bilgisayarım bile bu durumda işin çılkını çıkardığımın farkında nasıl bir depresif durumdur, 47 dakika oldu hala aynı şarkı çalıyor elim o toggle modu değiştirmeye bile gitmiyor...

dünyaları sığdırmaya çalıştığım bütün düşlerim yerli yerinde çoğalsın dursun bunları elimden almaya çalışan sürekli daha kötüye varan gerçeklerde var...

birde balıklarım var benim bir sürü :)

***

sustum kimdi anlayan, gürültüden korkmayan...
koştum hiç yorulmadan, bir nefes bile almadan...
gördüm hep bakınmadan, aramadan sormadan...
durdum hiç tutunmadan, bir omuz bile almadan...

konuşabilir,
anlayabilir,
delirebilir yada bilenebilirdim,
değişebilir,
bozulabilir,
ama bir gün düzelebilirdim...

hayat boğuyor, seni bana zorluyor bak...
kime veriyor, günlerimi çalıyor bak...