senden, benden, bizden....

gece karanlığı kaybeder
ışık hükümsüzdür bir gölgenin ızdırabında
yolcunun nereye gideceği belirsiz
halatlar çekilmiş kımıldamak imkansız
ve yine en son seni bulur
hayat
ağlarsın
bitti yle başlar başlangıçlar
yarının gücü cılızdır kükreyen fırtınalarda
yalnızlık en kuytu anında konar damarlarına
veba gibi
durgun denizler söndürürler ışıklarını
bulutsuz gökyüzü
yağmuru olmayan buluttur,
şehir
kahverengiye bürünür


ufak bir mavi bile yokken gecede,
sokaklar ağlar baştan aşağı
çamura bulanan yalanlar akıp gider...
adımlarım şaşırır yolunu
sanki içim karışır yokluğunda,
kaldıramam...
derinlerinde kaybolduğum uçurum,
bir nefes...
zindanlara hapsolur hayatım,
sensiz...
ışık bile vurmayan düşlere akar damarlarımdaki kan
şehir bile uyanmaz yakarışlarıma
bir fısıltı bile çıkmaz
geceye doğar güneş,
ağlar soluksuz çocukluğum.





kısa anlar

ışıkları kapattı bir parça daha sakin olduğunu hissetti biraz ağır bir kokusu vardı son yaktığı tütsünün derin alamadı nefeslerini sessizce duruyordu elinde şarap şişesi hafifçe esen meltemi içine çekiyordu odanın köşesine hapsolmuşcasına çıkan sakin müziğin sesine bıraktı ruhunu artık giderek hafiflemişti bedeni kendine verdiği bütün acılar yavaş yavaş yok oluyordu derin kadehin içinde kaybolacakmışcasına baktı kırmızının rengi o kadar iştah vericiydiki yada değişik bir kızıl tonumu demeliydi yoksa gülümsedi bilmediği bir yalnızlık vardı dinlediği parçada müzik çaları yine takılmıştı saatlerdir aynı parçayı dinlediğini hissetti durdu, bir daha gülümsedi keyif almaya başlamıştı acıdan yoksun kalarak... biraz düşünür gibi oldu boş bir odada yankılanan sesini duyar gibi oldu ve şu anda cevap vermek zorunda kalacağı saçmalıkları olmadığı için sevindi gizlenişinin tadını çıkarıyordu elinde kadehi ufak balkonuna çıktı biraz daha gayret ederse yakamozun vurduğu denizi bile görebiliyordu... ağustos böcekleri hala alaycı boş ve gevezeydi ama huzur verdiklerini anladı derin bir nefes aldı, yasemin ve hanımeli kokusu karıştı vücuduna adeta kendinden geçiyordu yıldızların büyüsü altında gözlerini sımsıkı yumdu sonsuza almıştı bu anı defalarca yaşamak istercesine bütün bedeni yerden kesilmişti sadece ağustos böcekleri ve derinden gelen o takılmış şarkının bu anı doyasıya yaşanır kılışı yeniden aşık oldu bu kadar kolay vazgeçmemişti hayata ve yaşayacaklarına zaten geride kalanları hep olacaktı birden bunlar geldi aklına neden üzüyordu ki kendini dünya dönüyordu bir şeklilde ve o istemese bile ertesi gün olacaktı bu değişmiyordu... kararlı adımları ile tekrar yer minderine doğru yöneldi sırtını kanepeye dayamış artık bedenine ağır gelen başını boşluğa bırakmıştı duvara yansıyan mumların titrek ışığına daldı birkaç dakika bu kadar sade geçmişti mumlardan biri ansızın söndü diğerleri daha çok titremeye başladı, sanki dansın finalini sergiliyorlardı... serin bir esinti sardı odayı bütün sıcaklık bir anda yok oldu kendine geldiğinde saati 3'ü çoktan geçiyordu hayıflandı, kendince zamanı boşa geçirdiğini düşünerek... yorgun bedeni elindeki kadehle beraber dahada gevşemişti etrafı toparlamadan diğer mumlarıda söndürdü çoçukluğundan beri hep ilginç gelmişti bu hareket annesini hatırladı bir anda mumu parmakları ile söndürüşü geldi gözü önüne, zihninde anılar canlandı gecelerin ıssızlaştığı kış mevsimi geldi aklına elinde gaz lambası ile odada büyüyen annesinin silüeti duvarda canlanıyordu sanki... kısa bir mola gibiydi zihninden ona kalan bu resimler... duraksadı derin bir nefes aldı gecenin karanlığında elinde sırları ile odasına yöneldi müzik hala çalıyordu ağustos böceklerine ritm tutturan tınısı ile uykunun derin ipeksi sığınağına bıraktı kendini gözlerini yumdu herşey geride kaldı yarını için yeni bir güne uyanana kadar huzurluydu...

...

ne için verilmişti sözler, nereye kadar saklanmıştı hisler, neye karşı harcanmıştı bütün yeminler...

tutamadım kendimi...

hadi kalk
öpmek istiyorum uzat yanağını..


küçük çocuklar gibi oynuyorsun benimle ellerim hiç bırakmıyor parmaklarını, beraber düşüyoruz her adımda beraber koşup, ağlıyoruz tıpkı diğer çocuklar gibi ilk defa öğreniyoruz kimsenin suçlu olmadığı yanlışları... öğreniyoruz, ilk defa ıslanıyoruz yağmurda, ilk defa anlıyoruz başka birisini, ilk defa gülüyoruz içten ve hala düşüyoruz birkaç adımın ardında... hadi yaklaş uzat tenini bana, seninle öğrenmek istiyorum...


geldiğimi görmedin saklandım oysa

otur bi köşeye demeni bekliyorum
kedi gibi
kedin gibi



sustur beni, yaptığım hatalara kızarcasına... bana bir şeyler söyle ben artık kıpırdayamıyorum sana bu kadar yakınken nefes alamıyor biraz daha geçiyorum benden biraz daha uzaklaşıyorum gözlerinden başka bir odada senin hayalinle ağlıyorum... beni başka bir yere götür başka bir oyuncak bul bana başka şeyler göster yada dünya aslında yok de bana, yeniden anlat beni yeniden var et... şimdi sana bu kadar muhtaçken bir ses çıkar tut beni elimde bir his ol yeniden sana bu kadar susamışken beni bir kenara itme, ayaklarına dolaşmak istiyorum, her adımını seninle hissetmek...


yamalı sevdalar kaç şaire konak olur ki

üşüdüm biraz
örter(mi)sin beni
alış(ma)dım yoksunluğuna
hissizleştim galiba
soğuktan moraran el misali


resmine yeni yüzler ekliyorum kendimi avutuyorum sözde, aklımdan hiç çıkmayan o hayali sanki unutmak istiyorum... sanki geçmişi yargılıyorum derin suların dalgalarında çıkardığım haykırışları başka diyarlara taşıyorum bilmediğim ulaşamayacağım başkalarına bırakıyorum acılarımı... tenime dokunan rüzgar biraz daha yakıyor artık hissetmediğim kalbim o kadar sessizki sanki atmıyor yerinde, giderek küçülen bir nokta gibiyim uzaklardan bakılınca artık yok oluyorum seninle olmadığımdan... bir deniz feneri altında can veriyor yakarışlarım bir başka şehrin sabahı olurken ben burda gecenin karanlığında kendime veda ediyorum artık tek gördüğüm giderek uzaklaşan gökyüzü, üşüyorum...


gel
der(mi)sin
duymak istediğim bu
ruhlar oynaşıyor
hava da kararmış
belki de
kim bilir
özledim kelimesini ezberledim
sarılmamın eyleme döküldüğü anı da




sebeplerine hala alışamadığım bi oyunun sonucu yaşıyorum bir adım önümde yok oluşunu izliyorum günlerin, alışamıyorum bu çaresizliğime giderek bulanıklaşıyor günler giderek yok oluyor gece giderek azalıyor kalabalıklar giderek artıyor yabancılığım bu bilmediğim masala hareketlerim kısalıyor artık kendi bakışlarımdan şüpheleniyorum yıldızlar önüme çıkmıyor kaç zamandır havda en ufak bir değişiklik yok toprağın bile kokusunu alamaz oldum ama yürüdüğümü hissediyorum sanki, geride kalan yol gittiğimden farklı değil her yer karanlık gecenin sesi bile yok burada bir ışık olsa yoluma düşecek bir sen olsa bana tekrar bir umut verecek gözlerimi açabileceğim korkamadan ama üşüyorum giderek unutuyorum güneşin yakıcılığını artık bilmiyorum adımı konuşmayı unutuyorum sessizleşmem giderek yabancılaştırıyor beni bildiğim hallerime artık geriye dönüş olmadığını bilsemde bir tek sesine özlem duyuyorum...


yağmur a söylesem
sarhoşa
tükenir (mi)
ne dersin
zaman çabuk boşaltsın kumunu
yakın erişilmez oldu


duruyorum o dar sokağın başında tenim biraz daha üşürken geçenlerin bakışları ardında biraz daha yalnızlaşıyorum, elimden akan sular sanki gözyaşlarım gibi ıslanıyorum giderek... hava kararıken dahada korkuyorum burada bu en sevdiğim kaldırımlarda kaybolmaktan, adımlarımı nasıl atacağımı bilmiyorum hani ilk defa aşık olursunda söyleyemezsin ya işte onun gibi hissediyorum... tükenir gibiyim ama yüzüme haykırırcasına boşalan yağmur beni bir masalın içine karışmaktan alıkoyuyor, gerçeğe doğru sürüklüyor unutumaya çalıştıklarımı hatırlatıyor... sesine karışan bir kaç gökgürültüsü son duyduklarım olarak kalıyor ışıklar artık daha parlak değiyor tenime netleşmiyor bir türlü baktığım cisimler bir koşuşturmacanın içindeyim yanlış giden bir şeyler var ama anlatamıyorum beni dinleyen yok... sensiz kayboluşuma tanık olan o damlalardan başka... şimdi bekliyorum titreyen ellerimle, giderek dahada üşüyorum yağmurun tenime her dokunuşunda...