hissi duygular

eee...
eeee...
eee...
e...

eee...
eeee...
eee...
e...

baya büyüdüm, büyüdük inatla bütün bu ekonomik krize paralel gelişen, inatla bu demokratik ideallere saplanmaya, saptırılmaya çalışılan hayatlarımızla büyümeye devam ediyoruz, insanın elinde tuttuğu dünyalar, yada hiçbir şeyler yada tuttuğunu sandığı sahibiyetine inanıp kaldığı bütün bu soyut düzenin içinde kalma paradoksu, sahi nedir bilen varmı...

hani siyaset yapasım yok pek haz etmem ama öfke duyarım fikrini savunduğum yada karşı durduğum görüşün, akımın yaptığı yanlışlar bulunduğu zamanı ve sonrasını kapsıyorsa üstüne dahada bir çıkmaza götürüyorsa... bu yüzden arada mizah, arada siyaset, arada nefret, arada dram birazda melodi ile yaşamaya yazmaya çalışmaya çalışmak ilk hedefim...

kelimelerin bile bazı bazı yorulduğu içinde hissi duygular barındıran satırlara işliyorum yaşayışlarımı biraz zaman istiyorum kendime sadece biraz zaman istiyorum yarınlarıma... bir kızım olacak biliyorum hani içimde duran, içime doğan bu ona yazabileceklerim olsun istiyorum kalbindeki ufak çırpınışları hissetmeye bekleniyorum, o şefkatli kollarda büyümesini izlemek istiyorum korktuğunda sarıldığı omzumda bıraktığı gözyaşlarını bile özlüyorum şimdiden, günün birinde bu akşamüstü yazısını okuduğunda söyleyeceklerini bekliyorum, gözlerinde doğan ışıltıyı bekliyorum...

yorulduk mu ne yaşlanmaya mı yaşıyoruz günleri, bugün yediğim kaşarlı mantarlı tavuklu fırında makarna mesela gayet güzeldi sunuşu saltası, diğer yanımda hazır yiyecek menüsünden birşeyler seçemeye çalışanlar ise kuru pizzalarının yanında önümdeki tabağa imrenerek baktıkları anlar mesela, olsun ben yedim doydum gerisi problem değil...

işinde gücünde, yorgun argın kalmışlıkla duş alma hedefim var şimdi, ılık bir Antalya günü sonrasında şu anlarda hedeflediğim şeylerden biri bu plan mesela, bebe şampuanımla köpüklü yumuşacık bir banyonun ardından biraz serin biraz üşüntülü uykuya dalış sürecinden sonra keyifli bir uykuyu hak ettiğimi biliyorum, ne demek uygun olur bilemedim şimdi,

bu hissi karmakarışık yazıya şekersiz demli bir çay ilave edebilmekte güzeldi...

hadi bana iyi geceler...

iyi ki doğmuşum...

kime, niçin, nasıl...

güldürmeyin Allah aşkına...


çok çooook önce yaklaşık olarak 115.632.000 dakikadır çırpınıp duran, bitmek bilmez enerjisi ile beni bu anlara kadar yaşatan kocaman bir gövdeye iliştirilmiş kalbim halen çarpmakta, çiğdem sultanın beni artık yeter yatıp durduğun çık dışarıda bir rahat edeyim git adnan beyin başına bela ol birazda dediği günden beri hayat gayem olan emekleme işi ile meşgulüm, sürekli yeni şeyler öğrenip bunları daha iyi yapmaya çalışmaya çalışmak, kısmen emeklemek olsa gerek düşencesine sahibim...

ayten hatun, emine hatun (nam-ı değer otur), esat usta, ibrahim usta ise benim bu gezegene gelebilmem için gerekli koşulları sağlamış yemeden içmeden anamı, babamı büyütmüş güzel insanlar sizlerinde hakkını veremem hiç bir zaman ama size diyebilecek bir şeyim yok, iyi ki varmışsınız...

siz beni istediğiniz kadar güldürebilirsiniz Allah aşkı ile aramızda olsanızda olamasanızda...

dondurma kadar vazgeçilmez, kışın ortasında alevler içinde bir soba yada uzun yolların vazgeçilmezi hep birlikte şuursuzca söylenen şarkılar kadar deli dolu bir geçmişin içinden kopan süratle, arkasına bakmadan fırlayıp giden dakikalarla dolu bir zamanla geldim şu ana kadar (farkettiyseniz halen geçmekte)... ben zaten dedim ya...

gülmek için sahip olduklarıma ve şu zaman zembereğine bakmam yeter de artar...

yanımda kalan, yoluma çıkan, hep takip eden, gelmezsen gelme dediğim, diyen dostlarım oldu, oluyor, olacak... kırdıklarım, kırıldıklarım, kırılmama sürecinde inatla direndiklerim bunların hepsi ile paylaştım sahip olduklarımı sınırsızca... bencileyetten uzak, her zaman çoşkuyla kucaklayıp, bütün neşeme ilave ettim hayatıma girenleri... ben bir masal uydurdum duma duma dum için yapılabilecek en kaliteli sözleride duydum, duyurdum şu ana kadar sarfettiğim bu zaman içinde... elimi tutan tutmayan herkese dedimya...

kimseye etmem şikayet, "gerekirse" ağlarım ben halime...

sahip olduklarımla her an sevindim, bana herşeyin içinde her an en güzelini bulup buluşturup getiren aileme... aileme yeri geldiğinde destek olan, neşe veren, anılarımızı dolduran dostlarına, bayramlarda evlerinde sanki odamda gezer gibi hissettiğim, televizyonlarında bir çizgi film izlerken yorgun düşüp uyuya kalabildiğim, içi bir sürü şekerleme dolu kaplarından olağanca şirinlikle abur cubur tadabildiğim "sayılı" birkaç akrabama ve adları silinmeye yüz tutsada zihnimde, çocuk halimle öğrendiğim bütün bildiklerimi benimle benzer hataları yaparak öğrenen kocaman sınıflar dolusu olabilecek arkadaşlarıma, adını milyon yıl geçse bilemeyeceğim şansıni kader denen olgunun kendilerini bana tanıtan bir kaç dost'a kucak dolusu teşekkür ederim... ama unutmadan diyorum...

hep beraber gülelim Allah aşkına...


en güzel, en acı, en değerli, en samimi, en mahrem, en en duyguları beraber yaşadığım insanlara ise şükrediyorum bana verdiğiniz ve bende fazla görüp aldığınız herşeyim için beni bu kadar iyi yapabildiğiniz için beni bu kadar özel kılabildiğiniz için...

hadi oturmayamı geldik, elleri göreyim, haydi hop, hop...

iyi ki doğdummm :D
eşşek kadar oldum
-da nooldu :p





Ay Gız

kim, kime ne dedi kim hatırlıyorsa unutsun hepsini...

bıçak gibi kestim düşünceleri, kollarım tutmaz, ellerim aramaz artık bedenini sen çoktan ayrılmışken bu sevdadan ben takılmam sisler içinde kalan senin peşine...

hani su içerken genzine kaçar nefes almaya çalışırsın refleks olarak dahada su kaçar boğazına gözlerin kapanır, yaşarır soluğun kesilir ellerin titrer istemsiz bu olay senin kontrolünden çıkmıştır artık alır götürür seni birden bulunduğun andan kısa süreliğine...

yakın geçmişe bağlanmış o mesajların ardında kim sözünü tutmadı yine meraklı meraklı bakınıyorum aklımda kalanlara, şöyle bir sıradan geçiriyorum olmuşları sonra aman bee diyip tiksinmekten tiksiniyorum hadi bakalım al şimdi bütün ahlarımı, çıkar beni gecenin içinden, sabaha karşı sislerine terk et bedenimi... yön algılarımı kaybettim senin etrafında ama bir çıkar yol lazım bana bu aralar...

gülüşmelerin ortasında susarışlarım var insan kalabalıklara... derin derin anlam yüklemeleri peşindeyim, satırların beli kırılırmı çevresindeki bu duygu yoğunluğunda ama kabul edelim hala komik olanla acı olan arasına gülüntülerimi ekleyebiliyorum kendime has üslûbum yerli yerinde bi yere kaçtığı yok...

" ele güne karşı yapayalnız,
böylede olmaz ki...
nasıl da gittin insafsız,
böyle bırakılmaz ki..."

şimdi geceye inat aydınlığı unutmaya özlem duymuyorum adın kokan çiçeklere olan özlem bahara erteliyor bütün umutlarımı... farklı yazacaktım yine beceremedim sensizliği, yine karşımda, hala koynumda resmin...







Cem Adrian - Ay Gız
Yükleyen lullaby__. - Yüksek çözünürlüklü video keyfini yaşayın!

hayrıma

hayrıma fısıldayan şarkıları arıyorum karmakarışık playlistimde ama ne fayda hepsi sanki seni söylüyor şarkıların, hepsi sanki bana karşı tınıların, aşkımı yeşertecek nameler kulaklarıma çalınsada insan üstü bir çaba ile karşı koyuyorum hislerime...

hasretinle

girdaplarda boğuluyor yalanlar, içime hapsolmuş renkler aklımı rüyalarımla boyuyor, elinden tutup çektiğim bu adam kendini ne ile yargıladığını bilmeden kan ter içinde sıçrıyor yatağından farkında olmadan bir ilmek daha atıyor kaderine bir yokoluş daha ekliyor kederine...

şikayet edişi değil bu olanlar yanlız yalanlarımın, durup durup başa sarması gerçeğinin suratımda hissettiğim sıcaklığı...


"kimseye etmem şikayet, ağlarım ben halime
titrerim mücrim gibi baktıkça istikbalime
perde-i zulmet çekilmiş, korkarım ikbalime"


sıçramadan geçiyorum çukurları yağmurlu günlerde, insanların arındıklarını sandıkları günahları alıyorum üstüme, duygularımı yoğuruyorum bu çamurun içinde yaptığım toprak çömlek yada heykel her ne ise nefretime bürünüp kurumaya başladıkça biraz daha olgunlaşan duygularım gerçeğe kavuşuyor yakardığım gecelerde üstünde bir mum eritiyorum bu günahın, kalbimi dumanında tütsülüyorum... dokunduğum her parça alev alıyor bedenimde ruhumun gazabına mahsur eylemlere dönüşüyor kıpırtılarım, işte bu çöl kuraklığında dudaklarımdan dökülen bir çift söz bütün bir gece yankılanıyor renksiz duvarlarımda... sabah olmuyor, gece dolmuyor bu başına buyruk yalnız yakarışlarımda... dedimya bedenim alev alıyor ruhum ezildikçe zaman geçtikçe acıya olan direncim artıyor... donuk bakışlı gözlerin ardında bir güneşe açıyorum penceremi ertesi sabah... inadına maviye çalan yakarmalara özeniyor dolabımda grileri biriktiriyorum günlere karıştırıyorum renklerini duygularımın, öğlen sıcaklarında siyahlara sığınıyorum gece kayboluşlarım laciverte çalıyor yansımalarını, sabahlarım puslar içindeki girilere bürünüyor...

döktüğüm her yaş bir parça değil ömür çalıyor ellerimden yenilgilerimden ders almayan duygularım her seferinde daha çocuksu bir melodi buluyor kulaklarımda yankılanan ve karışıyorum bu melankoliye artık yer ve gök bir olsa gerek diyorum boşlukta asılı kaldığım bu anlara bir yıldız istiyorum geceme ortak, düşlerime renk, içime ışıltısı vursun diliyorum... umudumu yitirmeden yola çıkıyorum sıkı sıkı bağladığım ayakkabılarımı giydikten sonra...yıllardan sonra tekrar şarkı listeme takılan bu parça düşmüyor bir türlü içimden atamıyorum...


"uzundur bu yollar, giderim gözüm kara
sanma ki dönem sana
beni bekle, seni ben alam
ola ki vurulmuşum
senden beterim yalnız,
vurulmuşum dağ başına
nöbetteyim, sevdalı
yaralıdır canı yüreğim
hasretinle erir giderim
seni nasıl unutsun bedenim
gözüm dalar gariplenirim..."






umut

rüzgar o kadar şımarıktır ki...çoğu zaman neşelendiğin esintisinde, sessizliği için dua eder bulursun yakarışlarını... acı çekmek ve umut ne kadar zıt, ne kadar bencil olsalarda umuda yelkenlerini açık tutman gerekir hep...oysa ne garip değil mi?, bilmediğin bir sonun başlangıcına koşmak...

yıldız

sesinin gelmediği bir boşlukta sessiz, sensiz çığlıklara gömdüm kalbimi, nedendir diye sorma... ruhuma tecavüz eden mırıltıların ardında bir şeye tutunamadan ayakta kalmak gerçekten zormuş bunu öğrendim, seni daha bir öğrendim... belkide sana neden bu kadar içten yakardığımı bir kez daha anladım... gecedeki yıldızım nerede ben bakıyorum nicedir, hala katran karası gördüğüm gece, sessizlik ve karanlık çok bu bedene...

iki göz bir araya gelebilse,
kelimeler anlamını yitirse
olmayacak dua değil bu
birileri he dese
pencereme bu gece ay düşse...

*/10/2007

yaptıklarımın doğruluğunu yada sınırını bilmeden attığım şu adımların amacı yada anlamı, daha ne olduğunu bile bilmediğim senle ilgili acaba kimdin? nesin? yada neydin de, bana bunları yaşatabiliyorsun? cevaplarını daha bulamadığım sorular vardı hayatımda bugüne kadar içimde duran sayıları ve değerleri artınca beni korkutan, şimdi onlara yeni bir arkadaş buldum...! seni, bana adını koyamadığım, kokusunu daha önce hiç tatmadığım bir duygu yaşatan seni....sebepsiz bir savaş var içimde sana biriktiğim şu anlarda geceye inat duygularımı kabartıp beni uykusuzluğa iten, kızamıyorum çünkü seni henüz bilmiyorum, sadece şu var kendime anlatabildiğim ve kabullendiğim sen de tıpkı onlar gibi bir kadınsın saçları uzun, ipeksi ve güzel kokan, ya gözlerin sana baktığımda içinde kendimden kalan ne varsa görebileceğim içinde bir kor halinde bizi görmek istediğim gözlerin nasıl onlara bakarken kendimi kaybedeceğim gözlerin bilmiyorum, ya ellerin nasıl hiç ayrılmak istemeyerek annesinin elini tutan bir çocuk gibi tutmak istediğim ellerin, dokunmak istiyorum tenine her dokunuşumda beni cehennem azabı çekenler gibi yakacak tenine, nefesini ve sesini duymak, heycanlandığında amansızca atan kalbinin sesinide duymak istiyorum ama yok, yoksun, yoksunuz işte bunlarda kendime anlatamadıklarım bana bütün bu hüzün ve sevinçleri yaşatan beni iklimini bile bilmediğim bir diyara sürükleyen senin için. aslında korkum yok sürüklenmekten biliyorum eğer geri dönmem gerekecekse hiçkimse beni kendi limanıma bırakmayacak, dalgalar bana inat artacak önümde, ay daha bir karanlık vuracak bu terkedilmiş çoraklığı andıran kalbime... sadece aldığım yaralar ve yinede olanlara rağmen yaşamaya çabalamak için beslediğim ufak bir umut olacak bu çoraklıkta yok olacak ama biri gölgesine alıp sevgiyle ona bakacak biri olmadıkçada filizlenmeden, henüz doğmadan ölen bir çocuk gibi oda yitecek adını kimsenin bilip düşünmediği. hissetiklerimi çaresizliğe bıraktığım bu anlarda tek bir parıltı var içimde şu an doğan güneşle çoğalarak beni çoşkulandıran işte o da kocaman bir "acaba"...

satırlarını, okuduğumda bana seni anlatan sözlerini esirgeme benden

kördüğüm

yarım kalan bu düş bizim değil elbet..! ben uzatmalara hayranım sadece...bu böyle...

sıkılmak değilde elinden tutamadığım için o ufak çocuğun kızıyorum kendime yoksa uğraşım çok farklı benim, tadına doyulmaz frambuazlı pastalara karışan tatlı çikolata parçaları gibi hayallerle ve gerçekleriyle süslüyorum her sabah tabağımı , yarattığım bu kaos kendime bir içses oluyor... yanılsama bu olsa gerek ama kabullendim ben çoktan...

kirli çorapları olan insanları sevmiyorum mesala, sakalayacak bir şeyi olanlarla aynı geliyorlar bana hüzne herzaman bir şer katıp insanın tadını kaçırıyorlar ne desem inanır yalanlar, ne desem durur yaralı dizlerimden akan taze kan, ne desem güneş bir sonraki sabah odama bunaltıcı değilde neşe için dolar neşe için kırptığım gözlerim kim bilir ne kadar gülümser hayata, kim bilir gerçekten benden başka, kim?

kim sevişecek kalbiyle
inandırıp sevgiye
uyutup nefesiyle
kim ısıtacak teniyle sanki sıcak evim olup
kış vakti okul dönüşünde

eklemeden yapamadım bir söz daha alıntısız tadı çıkmıyor sanki yazılanların daha bir olmuş duruyor benim gözüme, içimden bir ses birazda melodi lazım diyor denenirken anıların biraz daha his lazım diyor içimden bir yerlerden kopan o bilinmez mırıltılar...

kopup giden sözleri tutabilme yada geri alabilme şansım olmadığı için pişmanlık göstermedim ama, amalarım çoğaldı hep sonunda... hayata dair attığım adımlardan kararlı olanlarla, sıradanları bile ayırt etmek istemiyorum şimdi uçurumun kenarında açmış o yabani otlara sıkıca tutunup aralarından sıyrılıyorum, geniş bir saksıya dikilmek belki en iyisi yada bu fikri çekici kılan sanki plastik değilde, canlı olduğumun farkına o zaman varabilirim, bir dokunuşta küstüm çiçekleri gibi sönmeyecek olsamda köklerimde bir kabusun hissi kadar gerçek anılar saklayabilirim.

kim bilir, neler oldu...
yer yarıldı, herkes hala kibar...
parlak kutularda, toy mühendisler...
....
kimseler bilmez bu bir kördüğüm....


Farid Farjad ile Biraz Geçmişe Dönmek

Uyu güzel, bu derin rüyadan kalkacaksın çünkü zamanın geldi yolun sonundasın az bir gayret daha göster ve tanışacaksın kendinle, yapabileceklerine hayret edeceksin çoğu zaman...kim bilir... Pişmanlıkların olacak, saçmalıkların olacak, inanmayacaksın kendi gözlerine bile... Belki istemesende payına düşen kederi parlatacaksın bıkmadan... Mucizeyi göreceksin, hayat vereceksin bir bedene ve şefkat duyacaksın ona... o narin ellerin öpülecek yüzlerce kez ve sonunda unutacaksın anılarının bir çoğunu, büyüdükçe... sen olacaksın asıl olmak istediğin sen dedimya büyüyeceksin hergün biraz daha... Sevileceksin, sevginden büyük, Özlem olacak adın kimselere, bazısına nefret... Seçemeyeceksin karşına çıkanları... Herşeye rağmen adını unutamayanlar olacak ve hatırlanacaksın bir gece yarısı...

yıkık

acım taze değil güzel, kabuk bağladı çoktan yaralarım...yinede sen bilemezsin neyim, kimim ben...

günlere sormadan geçiriyorum zamanı, akıp duruyor o incecik deliğinden kum saatinin bugün biraz daha yorgunum sadece o eskilerinden...

durup durduğu yerden kalkınca başı dönüyor insanın bulutları göremez oluyor birden gözleri kapanıyor isteksizce ama bir o kadar da masum buna katlanışı bedenin, hem zaten ne yapabilirsinki dahası gözlerin kapalı tüm bunlar olurken ne görebilirsinki etrafında tanıdık gelmeyen nefeslerin sıcaklığından başka... umarsızca güvenmek, körü körüne katlanmak yaşadığın bütün anlara böyle işte, yapılanlar zaten zembereği bozulmayacak bir saatin gölgesinde an ve an devam ediyor... sadece izliyorum... yinede sen bilemezsin neyim, kimim ben...


yansıma

kelimeler dudaklarımda, adıma yakılmış tütsülerin kokusu bedenimde soğuyor... ılık bir meltemde denizlere karışıyorum...

o ve diğerleri

pişmanlık değil yaşadığım demiştim bütün yenilgilerime...

önümde kırılmış birkaç eşya ardımda ifadesiz yüzler, cebimde eskitemediğim anılarım...

evine gelmişti pişmanlıklarından arınmak istiyordu ama nafile yaşları düşmüştü bir kere yüzüne aldırmadı olanlara nasıl olsa geçmişti yaşamak istemediği o acıyla yüzleşmiş bütün sözlere göğüs germişti içten içe büyüyorum demişti kalbi sızlasada... işte dedi ellerimden tutuyor hayat bir şekilde... yorulsada yılmadan devam ediyordu yanlışlara çarparak dolaştığı karanlık yolunda... söz verdiği günlerin hatrına bugünde biraz sarhoş olacaktı şarabını yudumladıkça gevşedi kadın olmak ona ağır geliyordu belki, uzunca bunu sorguladı duygusal olmamalıydı, keskinde değildi ki sözleri bir cümlede herkesi kırıp dökemiyordu hep bekliyordu ona saldırmalarını sakin bir düzeni vardı düşlerinde kurduğu o mükkemmel hayatının... yer ile gök arasında şıkışmıştı yıldızlara dokunuyordu geceleri onlardan ışık alıyordu yolunu aydınlatmaya, zaman zaman kaybolsada bildiği güvendiği tek varlıktı hepsi buralarda... tanıdığı bütün hayatlar birbirine yamanmış hataların birer parçasıydı yalın olan şeyleri seviyordu tanımadan güvenmeyi özlemişti birilerine hayalindeki "o" nasıl bir değerdi bir türlü eline geçiremiyordu...

sustu kendini müziğe bıraktı son yudumun ardında kederlerini gizlemişti lâl şişesine... uyuya kaldı gölgelere yenik düştüğü yolunda aydınlık olmasada sabah bir çok yeni düş getirecekti güneşle beraber.. kendi payına düşeni parlatma zamanıydı...


büyüdüm, düşlerim küçüldü
suçum yok, cezam bitmez benim
sen hiç kendine hapsoldun mu?
çocuktu eskiden ellerim
dokundum, değişti sözlerim
sen hiç sabahlardan korktun mu?

kısa cümleler

kim gitmeliydi sen mi yoksa benim daha mı erkekçe davranmam gerekmeliydi...

kaybeden aşktı, benim sesim yine çıkamadı o derinliği bozamadığım için, korkaklığım için acıyordum kendime... hem sen bir kadın değildin benim için bir nesne yada neden değildin hani sadece birilerinden güzel yada bir çoğundan farklı olduğun için sen yanımda değildin... zaten yanımda olan sen, sen değildin farklı bir şeydi benim istediğim sen sanmakla yanıldım belki şairlerin yaşattığı o gizemli kadın yada adı duyulmamış ressamların hiç görülmeyen tablolarından mı ibarettin...

yorgun olsamda adımlarımı ard arda atmak zorundayım ellerimde yün eldivenlerim karanlıkta yürüyorum sarıldığım birisi yok yanımda tek sahip olduğum birkaç tane ucuz şarap onlarda kederimi parlatmak için... sadece yürüyorum yolun bittiği yerde birkaç parıltılı pencere gözüme ilişiyor ironik bir saplantı var içimde herkes mutlumu yoksa ben kendimi kaybettiğim yerde bir çok şey mi kaçırdım işte bir soru daha ekleniyor nefesimi sürekli kesen düşüncelerime...

ıssızlaşıyorum, kararan havaya bulutlu sabahlar eklenince kaybolduğum bu dünyadan bir çıkış yolu arıyorum gözleri renkli olsun sabahlarımın bilmem saçlarına dolanayım katran karası gecelerden karışsınlar içime düğümlensin adın her hecem sana bağlansın gözlerimde istediğim o ağlamaklı parıltıda hep sen ol sana geç kalmış adımlarımı sensiz günlerin sarhoşluğuna say, beni uyandır bitsin bu rüya uyandır beni bu uykudan...

biriyle fena halde konuşmaya ihtiyacım var
biriyle fena halde dertleşmeye
evimde ne sıcak bir tabak yemeğim var
ne de televizyonun sesinden başka ses

ama içimde bi' yerlerde sabır taşı gizli sanki
doğduğum günden bugüne orda duruyor
sessiz bir kaya düşün deniz kıyısında yalnız
dalgalara göğüs gerip soğuktan üşüyor

uzak

aynı iç hesaplaşmaları peşi sıra yaşamak nedendir diye merak etmiyorum artık, tuhaf olan yok saydıklarım aslında... sahip olup mutlu olamadığım şeyler için verdiğim savaşlar aklıma geliyor ve gülüyorum...

ben başımdan geçenleri öylesine seçip yaşamadım ki zaten onlar gelip beni buldu...

yaptığım hiçbir şeyin yanından geçip gidemedim, ben gidemesemde onlar yanımdan hızla uzaklaştılar zaten...

kelibişin içinden

karmakarışık bütün hislerimi almıştın oysa sendin işte her gece, her an sanki elimden tutan... biliyorum mutlu değildik ve buna rağmen inatla biliyorduk mutluluk için savaştığımızı, yalnızlıklarımızdan güç alıp yola çıkmıştık birbirine sarılı eller olsak da çok uzaklardan sesleniyorduk, nefeslerimiz bile bir başka fısıldıyordu kulaklarımıza...

çok sevmiştim senin sözlerinde kaybolmayı... birbirimize verdiğimiz bütün yeminler, gizli saklı ne varsa etrafa saçtığımız o en güzel hikayeler, içinden çıkamadığımızda arsızlaşıp hüzünlendiğimiz zamanlar...

nerdesin ve ne yapmaktasın şimdi... ben hala seni söylüyorum...

ben gerçekten içten söylemiştim bir 5 sene kadar önce doğmuş olmalıydım diye...

sanki bir gün tesadüfen diyorum, ellerin yüzüme değerde hatırlarsan senin için kaçan uykularımı, senin o bilmediğim ipeksi tenine dokunuşlarımı, yüzünü göremeden hüznüne karışan hayallerimi, seninle bir açtırdığım bütün çiçekleri, her sabah biraz daha neşe ile karşıladığım güneşi diyorumya ben sana doğmuşum sanki aşkı sınadım, seninle öğrendim aşık olmak için çok geç kaldığımı sana yenildim her kendimle kalışımda, yüzüne bakıp söylemek isterdim bütün tatlı sözlerimi ellerine dokunmak ise bir düşten farksız olurdu hep sahip olmaya çalıştığım bir yoksunluk oldun içimde bildiğin gibi ben herşeyimi anlatmıştım sana düşünebileceklerimi bile bilirdin sanki o kadar yakındın bana... benimle bir dokunurdun kana kana içtiğim suya sen silerdin yanağımdan sızan damlalarını...

özledim gerçekten seninle olabilmeyi düşlemeyi...


Yazdan kalma bir günden
Ya da çölde çay filminden
Bir sahne var aklımda
Oyuncular sanki biziz
Mutsuzuz ikimiziz
Kimi aşklar hiç bitmezmiş,
Bizimkisi bitenlerden
Sevmeye yeteneksiziz...



yavaş yavaş

ben ölmeden önce
bir sürü dostum vardı,
ben ölmeden önce
bir sürü düşüm vardı,
ben ölmeden önce
bir sürü aşkım oldu,
ben ölmeden önce
bir sürü hatam oldu,

herşeye rağmen pişman değilim...


durup dururken saatlerdir dinlediğim şarkı pamela söylüyor (normalde dinlemem kendilerini) tuhaf bir hava katmış şarkıya aynı teoman dan uykusuz hergece dinlerken olduğu gibi...

nerede kalmıştım, geride bıraktıklarım yanımda değil bu çok anlamlı bir şey yarınımda yeni eşyalarım var bavulumda, ellerim bağlı değil mesela sahte aşklar için yada kör değilim yalın bir sevgiyi görememek için gayet stabil çalışıyor bütün hücrelerim kararlıyım, sonu görememek kaygısını sildim cep sözlüğümden...

hayellerin arasından kaçan bir düş gibi yaşadıklarım gözümü açtığımda son hatırladıklarım yaşayacaklarım oluyor birden bire... zaten hayat biraz masal değil mi, kalemi tutmasını bildikten sonra başrolleri oynayanların değişmesinde bir fark yok, nedenir ki şimdi... kuklalı rüyalar o zaman...


ama yinede, bazen düşündüğümde
bir gün gelirde yaşarım bende yine
tüm aşklarım, yalan mıydı ey Tanrım
çok yalnızım, eriyorum yavaş yavaş...




Üşüdüm biraz

Ne oldu ki...

O istemişti gönlünden, ince bir dal gibiydi sanki daha tutamadan kırılmıştı uzattığı her ne ise, uzattığı için mutluydu yinede birşeyleri başarmanın hevesi vardı gözlerinde...

Zaman yaralamıştı o bilmesede içimde yaşadıklarımdan bir haber olsada, zaten kimse anlayamamıştıki bu zamana kadar en azından dostum olmayı beni anlayabilmeyi bile düşünmüştü kendini bunun için zorluyordu gözlerim dolu dolu olmuştu yine varlığımdan bir haber olanlar vardı, yıllar dahi geçsede içimden geçen sesleri duyup işitmemişlerdi suçmuydu bu, değil di fakat canımı acıtmıştı çok bu kadar sevgi doluyken yüreğim daha da itilmişti köşelere, kalbim biraz sonra yorgunluktan durmayı bekliyordu zembereği bozulmuş bir saat gibiydi tutarsız çalışıyordu alkolün o tanıdık uyuşturucu etkiside olmadığından canımı çok yakıyordu...

Ruhumu satmadım ki daha, bir parça güleryüz için dilenmelimiyim adını bile ezberlemediğim insanlara... İçeride kim varsa anahtarları camdan dışarı atabilir mi? Burası soğuk olmaya başladı da...

Sokaklar ıssız,
Sayfalar bembeyaz.
Ucu yırtık bir mektup
Üşüdüm biraz...

cılız yakarışlar

hani o avazın çıktığı kadar bağarmak isteyipte sustukların olurya işte onlardan biriydi, seslenişim o kadar cılız kalmıştı ki içimde kopan fırtınaların aksine...hoş zaten onları duyanda yoktu...

öylesine daldım oyunuma, yine bütün kederler bir anda hücum etti birikintisinde vaktimi çok ucuza harcadığım o çamurlu suyun, kalbim ağrıdı yine dudaklarımda bir türlü alışamadığım o rezil tad varken hiçbirşeyin keyfi yoktu zaten...

başını alıp gitmedi bir türlü dertlerim inancım yerinde sapasağlam dururken keder inmedi omuzlarımdan, hani yıldığımdan değil de...yorulmak sanki boşuna çabaladığını sanmak sanki yeni bir sığınak bulmak bu yelkenliye artık daha da zor, güneş o kadar bencilki oyunlarımla avuttuğum kuşları bile kaçırdı çoraklaştırdığı toprağımdan gün ve gün...

iyi geceler

gör dediklerim, görme dediklerim yada her neyse, kimse, kimeyse yada nedense içim buruk bilinmezimde... bir parça olsun hüzün tatsın dudaklarım, kalbim acıya doysun yine lanetlerle kamçılasın sözlerim olanları, hatta arada durup şaşayım tavırlarıma... ne bileyim yoksunluğuma güleyim biraz, biraz daha küfredeyim içtiğim şaraba... gönlüm elimde ufalanırken, dilimdeki heceler gibi bölünsün parça parça avuçlarımda...

kimseye etmem şikayet, ağlarım ben halime...

dedimya akıl almaz benim oyunlarımı, gözlerden ırak yaşarım hayalimde kurduğum düşleri kimseler bilmez, bilemez... hayallerine sızar, düşlerinde can bulurum, nefesinle yaşar avunurum, beden olmasamda hayat olurum damarlarında, neşeyken yüzünde, en acı söz olurum dudağında, bilemezsin ben olurum her yerde, her sokağında can bulurum bildiğin bütün yolların... adımı çıkmazlara yorsanda tek yolun olurum sonunda adına karşılık, sesine yankı, gözlerindeki o unutulmayan olurum dedimya...

aşk, bu değil,
yapma güzel,
sen insanı güldürüsün, sen...

tanıdık bir film izlersinya sahnedeki dekora hayran kalırsın, garip bir heyecan bulur bedenin, sesinde bir çosku olur, kalbin biraz daha hızlı atar, düşlere kapılırsın bilmediğin o yüzlere bakarken şaşkınca... belki kendini bulursun, belki ulaşmaya aruzalıdığın o düş canlanır...

ben masallarımda saklı sözlerimle devam ederken sen bekle olduğun yerde...

bence oldu

Şarkılar seni söyler
Dillerde nağme adın

It's been a long cold winter without you
I've been crying on the inside over you
Just slipped through my fingers as life turned away
It's been a long cold winter since that day

Hani bir yağmur yağarda bazen
Hani gök gürlerya arkasından
Hani şimşekler çakar peşinden,
İşte öyle bir şey,

Layers of dust and yesterdays
Shadows fading in the haze of what I couldn't say
And though I said my hands were tied
Times have changed and now I find I'm free for the first time
Feel so close to everything now
Strange how life makes sense in time now

Neyleyim köşkü, neyleyim sarayı...


Oldu gibi sanki, bilmem ben mi çok yakıştırdım yoksa...

yeterrrr !!! duymak istemiyorum yeeterrrr !!!

son günlerde, günlerdir hatta kafamda timsalsiz cevaplı sorular mevcut insan yazmalı unutuyor yoksa cevap nerede mi dersiniz cevap burada taa içimde (:

offf diyorum asılan kesilen anladım da ortalık karışıyor, siyaset sevmem desemde ilgimi çekmiştir hep ama yorumculuğum amatör ve çok sadedir, körü körüne hiçbir akımın yandaşlığını yapmam ama saygı duyar anlamaya çalışırım, insansı siyaset gibi bir akım var kafamda yakınlarda açıklarım tam olarak ne dediğimi offf diyorum gözümden uyku akıyor, başımda iki tane sumo güreşcisi tepişiyor ben yatacağım bugün öylesineydi yazılanlar kendime belki bir tepkiydi...

yeterrr, duymak istemiyorum yeeteeeerrrr... !!!

by Ali Rıza Bey on Yaprak Dökümü

ateş

şarabım masada boş duruyor, dolu kadehim hala elimde kıyamıyorum bitmesine yenisini dolduracak gücüm yok bitirsemde boş durmaya niyetim yok zavallı duygularıma acıyorum...

"seni su gibi içmeye geldim"

evet gerçekten bir çok şeyi söyleyebilmek çok zor ama tadabilecek şeylerinde az oluşu elini kolunu bağlıyor, hani şu avrupai saçması oyun olan twister de o mantıksız kesirli sayılar gibi garip şekillere büründüğün anlar gibi.... kurduğum cümlenin sonunda ben susup kalıyorum içinden çıkamadım düzeltmeyeceğim (:

düzeltmek nasıl bir düşüncedir hep hatalarını aramak, yanlışların peşinde yalnız kalmak, büyük harflerin yanında daima küçük sesler çıkarıp yoluna devam etmek şaşıp kalırsınya en öfkeli anında yanında olup bitenlere nedendir diye soramadan kendinle dost kaldığın o garip gecelerde aklına bir barış manço şarkısı takılırya "simsiyah gecenin ortasındayım, yapayalnız" aslında doğru uzaklarda hep bir şeyler oluyor ama el sürecek gücü yok kimsenin benim uzaklarıma yakın olsalarda onların uzaklarıda bana çok yakın... dünya garip tezatlara inat dönüyor işte herşeyin iyi yada, kötü olması değil olumlu yada olumsuzluğu değil beynimi sulandıran bu ying - yang dedikleri kadar saçma kendi varoluşunu sorguluyorsun aşk için sevda için canını veriyorsun, hayat hata affetmiyor, "gönül ferman dinlemiyor bu ayrılık çok acı"... canım şu salak habere sıkıldı birde kızın biri falezlerden atlıyor ne için, kim için dünya bu kadar kötü mü... topraktan çıkan toprağa gidiyor vitaminsiz bütün hormonlu GDO babaların hıyarları turfandaymış gibi mevsimsiz bostana giriyor...

offff... low battery...

bolu dağından bir kez geçmek istiyorum merak ediyorum her kışta kıyamette insanları mahsur bırakan yardımlaşmaya, bağışlamaya, hoşgörüye, tevazuya kapı açan o yüksek yüksek tepeden geçmek isityorum gerçekten, sanki bir felaketmiş gibi bahsedilsede birbirimize muhtaçlığımızı anlatıyor, milyon TL'lik mekanik canavarlar bile eğiliyor teknoloji dizginleniyor eteklerinde...

politik aşkları seviyorum ben aslında temiz, sessiz amacı belli ama hep mesafeli olan...karşılıklı çıkar olmadan, giren çıkan hesabı olmadan, kıyas yapmadan değer vermek gayet politik olsa gerek...

sevgi yada değer neden kıyaslanır ki... paran yoksa küçük simit yersin, para bulursan gider büyüğünü alırsın işte olacağı bu...

insan eline geçen duygu yoğunluğunu tartmak için bir kefeye koyup dedikodu aralarında bir yaşanmışlık olarak açıklayıp aldığı yoruma göre değer biçermi ne kadar basit bir düşünce...

bunun adı sevmek yada yaşamak için düzene ayak uydurmaksa ben yokum...kendime acımıyorum şu an mutluyum ve mutluluğum daim sürüyor ben gün ve gün mutlu oldukça beni destekleyenlerin olup, olmaması özgüvensizlik değil mi zaten... bunu sorgulamaya gerek bile yok...

işte bu yüzden...

orda öyle bir isim var ki, o senden öte benden ziyade...



kime ne

güzel bir hayatın içinden seslendiğim anılarım yanımda şimdi, sırıttığım fotoğraflarıma bakıyorum, yanımda sıkı sıkı sarılan birileri var bana ve umutlarıma... bilmeden döndüğüm bir sapak oldu galiba güneşi daha parlak görmeye çalıştığım seyahatimde.... bir türlü bulamadım nerden çıktım ben rotamdan yol o kadar nazik ve tevazu doluyken şimdi atıldığım karanlığın içinde kimse yok beni çekip çıkaran, etraf çoraklaşırken bu iklimde gülen gözlerim ıslak dudaklarım yok artık...

aldığım nefes burnumu bile sızlatmıyo havanın acı bir tadı bile yok, düşleyemediğim bir umutsuzluk sardı yine gecelerimi, yalan sözlerle etrafımı kuşatan akbabalar sanki gölgemin eğildiği her adım biraz daha biniyorlar sırtıma ya düşersem diye.

sahte ki sözler,
havada bir uğultu var yine,
sanki kapı mı çaldı,
bana müsade artık, bizimkiler bekler şimdi...

devamını getiremedim...

düşler kurdum, sana sakladım yarınlara dizdiğim gülüşlerimi bir o kadarda yorgundum oysa...

anlamadım ki...

durduğum yerde elimi tutan yok artık bunu bildiğime eminim...

sahte sözleri, boş bakışları yada ne için nefes aldığını bilmeyen hayvanları tanıdığımada eminim, susuyorum şiddetli geçimsizliğimde bu kaosun içinden...

bunun adına yalan derler de yalan diyenlere ne derler, çaresiz barbar olup kalanlar mı aslında bu durumu aydınlatacak olanlar yoksa ne derler ki.... sözüm aslında şu sanki, "van minit"

kaçan kovalanır, sözler değil, yapılanlar bayatlar kalır... dün dündü biz bugün'e bakalım mı olmalıydı bu oyunun ana fikri godiklerim...

ayvancıklar bile nasıl bir amaç içinde olduğunu anlamışken, kendime denk sandıklarım neden hala tuvalet kapısına özlü sözler yazıp içindeki bahtsız bedevi için kutup ayısı olur...