dursun zaman

zaman benim için aksın, herşey dursun bir ben koşayım yelkovanla, ikimizde aynı saatten çalarsak şayet ben sana hiçbir zaman yetişemeyeceğim...

iki hece...

aşk nedir?

kime karşı hissedilir?

neleri gözden çıkarttırır?

gereksinimleri nedir?


al yanına kendini, kaderini,
dikenlerden esirgesin, korusun tanrı seni...

birşeyleri sert şekilde açıklığa kavuşturmak iki heceden ibaret olmamalıydı bu kadar net mi..! nasıl bir direnmek nasıl bir yeniden doğmaktır sana gelmek, senin olmak buna adanmak her sabah uyandığında seni görememeyi düşlemek yada bambaşka bir yerde bulmak senin varlığını bambaşka gölgeler ardında yol aldığını bilmek... bunları hergün yaşamakta, hergün direnmekte hergün katlanmaktayım taki gülüşünü görene kadar...

acıktım ben aslında, susuyorumda her an... çoğu zamanda susuyorum, tenine değiyor ellerim, zaman zaman rüyalarına bile giriyorum sen daha benimkilerde yoksun ben zaten bir rüyada gibi seninle yaşıyorum günün her anında... elim kolum bağlı değilde sana karşı tek olmak istiyorum, bir alternatifim olmamalı... seni kaybetmek bana birşey katmayacak ama varım yok'um hepsini alıp götürecek, ben bu rüyadan bu şekilde uyanmak istemiyorum...

o sabah kalktığımda sarıldğım yastık yada üzerimdeki örtü değil sen olmalısın seni izlemeliyim senin için üzmeliyim kendimi, sana doğmalıyım her gün, sana toplamalıyım dünyanın bütün neşesini, senin için açmalı bütün çiçekler, bahçelerinde bir tek sana kokmalılar... birlikte hasat etmeliyiz üzüm bağlarını, aşkımızla yoğrulmalı bütün dertlerimizin ilacı şarabın eşsiz taneleri...

her şeyin içinden çekip alabilsem seni, her an benim kalabilsen...

sana günü, geceyi unuttursam sana hep baharları yaşatsam...

sen ben

senli , benli bir düş kurdum o tatlı gülüşüne sığdırdım bütün yaşayacaklarımı...

ne demem lazım sana, ellerini tutup olabilecekleri sıralamak mı en doğrusu, yoksa susmalımıyım daha büyümedim mi yoksa, sana yetip yetmeme meseleside değil ki bu...

eskilerden bir şarkıya tını oluyorsun kulaklarımda bu yazın sızısı olacaksın içimde farkında olmadan o kadar adanıyorum ki sana bilemeyeceğin bir özlem biriktiriyorum...

farketmediğin birşey değil bununda farkındayız, kimseler bilmez bir ben bilirim, avcumda ellerin olmadan neye yarar bu düşüm...

nasıl ?

ne içindi bilemedim... sahi neden di?

kendine karşı bir hesaplaşma mı?

bir karmaşa yada boşluk mu?

yada ne bileyim işte bilemediğimden dolayı bilemiyorum hala...

çöz beni..!



sus pus olmadan

23.07.2007 02.55

uyumaya çalıştım dün gece sabaha karşı havadaki garip bir sessizlikti hissettiğim anlam veremedim uykusuzsun dedim kendi kendime yat uyu geçer uyandım rahatlığın verdiği huzurla dünya biraz daha dönmüştü ben uyurken, milyarlarca yeni adım atılmış ve halen atılmaktaydı penceremden dışarı baktım manzara her günkü gibi değildi (düşündüm) birden anlam bulmaya başladı fikirler kafamda bugün önemli bir şeyler olmalıydı yada öyleydi üzerimdeki karamsarlığı silkeledim ve kendime gelmek adına birşeyler yapmaya başladım gün ilerledi güneş bile batar oldu ama içimdeki huzursuzluk devam etti sonra sesler yükseldi her evden, sokaklardan, insanlar yorumlar yaptı, konuştu, bağardı, suçladı kısaca sesini (sebepsiz haykırışlardı) duyurmaya çalıştı, ama onun elinde mikrofonu ve yanındakilerin sevinç çığlıkları kaplıyordu ortalığı kimsenin sesi çıkmadı ve zamansız bekleyiş başladı kimseler konuşmaya cesaret edemedi gördüğü manzarayı kısaca kabullenmek istemedi ama nafile gerçek ortada hızla değişmeden olağan tablosuyla sona doğru yaklaşıyordu ve insanlar anlam veremez oldu sebepsiz yakarışlara sonra bu soru belirdi zihinlerimizde niye yakarıyorsun ki bunların, bu olan sonuçların hepsi bizim sayemizde oldu, çünkü biliyorduk kara olana sen karasın, sen kötüsün, sen bizden değilsin dedikçe o bizim yanımızda bizim aydınlığımızdan bizim iyiliklerimizden çalıp insanları aldatacak onları bilmedikleri, hatta hayal dahi edemeyecekleri bir tablonun içinde bırakacaktı fakat biz doğru tepkiyi hiçbir zaman veremediğimiz gibi şimdide veremedik bütün bunlar yaşanırken durdurmaya çalışmak için yorulmak yerine sadece yaygara koparıp DUR bizi de o sahte aklığınla karartma dedik ve bize karşı aslında duyulmaması gereken kini büyütüp onu yücelttik gözlerinde diğer insanların... ne mi oldu sonunda kazananlar ve kaybedenler oldu susanlar ve kaçanlarla birlikte belki susmak değildi amaçları bu serüvenden sonra ama başka bir şey yapamadılar... zamanında çok boş ve gereğinden fazla konuşmuşlardı, yeni bir gün doğacak bir kaç saat sonra ne olacağını göreceğiz aslında uzun zamandır yaşıyorduk içinde fakat daha farklı öncekinden bu olanlar kimse evimize girip duvardaki mona lisa'yı indirmedi, zaten bu saatten sonra indirilemez umarım ama yinede (ak) günler bize doğru gelmekte ve eskisinden daha bilinçli ve cepheleri bütün bu saflığın hakim olmaya çalıştığı bahçelerimizde adeta bir yabani ot gibi biterek... şimdi olacaklardan bizler sorumlu değilsek kim?

kendimizi kandırmak yersiz bu noktada sadece adımlarımızı sıklaştırıp bu günleri en hızlı ve eskiden yaptığımız hatalara bir daha düşmeyecek şekilde, bilinçlenerek atmamız lazım gerçekten ak bir gelecek için kolay bulmadık bu bahçeleri, yüce soyumuzun emeği var ama hiçte kolay kabullenmeyeceğiz bu gidişata bunu da öğrenecekler var.



06.06.2011 22.17

nerden başlasam bilemedim... işin aslı, çok zaman geçti boşuna... ak yarınlara bezeli sokaklarda gülüp eğleniyoruz, yasaklara olan bağışıklığımız daha bir artıyor daha bir duyarsız oluyoruz bu hazır alışkanlıklarımızın içinde çevreye, sokaklarda görülebilecek tüm şiddete maruz kalıyoruz zaman zaman arkadaşlarımız, dostlarımız, aynı sırayı paylaştıklarımız, aynı ekmeği böldüklerimiz, aynı yastığa tutunduğumuz kısaca aynı toprakta aynı havayı soluduğumuz kişilerle hep birlikte azarlanıyoruz... cahilliğimiz, tutarsızlığımız, çok bilmişliklerimiz, hiç ders almayışlarımız koynumuzda geziyor, sırtımızda başka toprakların başka coğrafyaların ideolojik yükümlülükleri ile eğri büğrü dolaşıyoruz... biraz ondan biraz bundan kederimizi parlatıyoruz, cezaevlerini tatil köyleri ile karıştırıp bütün sesli harfleri kapatıyoruz parmaklıklar ardına... duymadan, görmeden, karşı çıkmadan kabulleniyoruz...

elimizde olanı cömertçe sunuyoruz gümüş tepsilerle, susuyoruz her zamankinden çok hani o popescunun penaltıyı kullanışından bir kaç saniye önceki zaman dilimindeyiz sanki çıt çıkarmadan öylece kalakalıyoruz mutluluğumuzu soyanlara karşı... daha çok küçüğüz kimimizin çocukları, kimimizin gerçekleşecek rüyaları hala en değerli varlıklarımız... ama etrafımızdaki ak kollar onları koparıp almak, satıp savurmak için kol geziyorlar çaresiz değiliz ama cahiliz...

öğrenmeye açız ama sırtımızı sıvazlayıp kafamıza vuranlara hep daha çok güveniyoruz sonuçta bu babayiğit tavırları bizi etkiliyor galiba...

yasaklara çeyrek kala susmadan, susmayı benimsemden, sus pus edilmeden hemen önceki küçük harf sesliliklerim bunlar...

yordum, yoruldum

içine sıkıştığım bu beden dar geliyor sanki, yaşadıklarına bir kılıf bulamamanın verdiği mahzunluk hakim şu aralar...

elim, kolum bağlı yazar yazmaz birileri mürekkebimi döküp kağadımı kıvırıyor, kalemimi her seferinde çalsalarda içime yazdıklarıma ne yapacaklar...

görüp beğenip dokunup, yaşayamamak...

kısaca ne deriz buna?

geç kalmışlık...

zamana ayak uyduramamak...

yoksa bişeylerin sürekli olarak gerisine itilmek mi !!!

bazen söylediklerim yada hissettiklerimin çok uçlarda olup olmadığını sorguluyorum çok mu? yoruldum, yordum... henüz bunları kavrayamadım...

koşu bandında kalp atışlarımı izlemek kadar keyif verse keşke bütün herşey, ne kadar çırpındığını görüyorum yüreğimin ne kadar yorulduğunu hissediyorum her bir hücreme yaşam sağlamak adına ne kadar tempo sağlıyor bedenime, hayretler içinde dalıyorum dakikalar geçerken...

insan istediklerine belirli ölçülerde kolay yada zorlanarak sahip olur normalde, hayat neden bana komiklikler yapıp yolumu çeviriyor sürekli...


ne güzel bir gün

ilke defa içimden haykırmadım, ilk defa değildi bu gülerken içimde kopan yakarışlarım...

aslında şeker bir gündü bile denebilirdi, mutlu, genele oranla daha az stresli çabalayışlarım olmuştu pek kasmamıştım bugün dünya dertleriyle içimi, bütün sorgulayışlarımı bir an olsun sanki çöpe atmıştım... işte bugün değişimdi, bugün daha farklıydı, bugün dün değildi, bugün başkaydı...

sahiden başkaymış ne hoş yaşadığım bütün anlar öyle bir anda toz bulutu gibi savruldu gitti, deli bir rüzgara eşlik etti sevgim, elimde bir peçete, çocukluğumdan aklımda kalan şeker portakalı, arı mayanın o cezbeden kokusu... tam sularım aydınlandı derken tepetaklak olan dünyam, yarım kalan bulmacam sona eremeyecek olsada içimde hala bir umut bir bekleyiş bir melodi var, çalmayı bekleyen... hazır olmadığımla yüzleşirken ellerimin arasından kayarken sen...

sonunu getiremiyorum içimde kopanlarla, hani bırakamıyorum kelimeleri... yazmak sanki kabul etmek bu yüzden nokta !!!




Yaralıdır can-ı yüreğim
Hasretinle erir giderim
Seni nasıl unutsun bedenim
Gözüm dalar gariplenirim




farklılar ama gayet yerindeler benim için
...